Solfasol: Neden tiyatro? Kendi kişisel hikâyenizi anlatır mısınız biraz?
Murat Çidamlı: Ben çocukluğumda daha çok biyolojiye eğilimliydim. Hatta ODTÜ biyolojiyi birincilikle kazandım. Sanatçı bir aileden geldiğim için sanatsal sorunlara dair tartışmalara 3 yaşımdan beri maruz kalan biriyim. Uzun bir süre uzak kalmayı tercih ettim açıkçası. Ama “Tiyatro toplumsal dönüşümün anahtarı ya da bir tür kaldıracı olabilir” düşüncesindeydim o zamanlar. Şimdi bu bağlamda tıbbın ya da doğrudan tarımla ilgili olan alanların daha öncelikli olduklarını düşünüyorum. Özellikle bu son yaşadığımız gen teknolojisi falan hikâyesinden sonra, insanların yaşadığı toprakların doğrudan kurtarılması çok daha önemli bir mevzu. Yani biz saplandık bir şekilde tiyatronun içine ama “tiyatro gerçekten toplumu dönüştürmenin aracı mı?” diye tekrar tekrar sormak lazım. Zaman zaman bunun böyle olduğunu gördüğüm, kendi hayatımda deneyimlediğim oldu. 70’li yıllarda çok küçük yaştayken Ankara Sanat Tiyatrosu’nun, Dostlar Tiyatrosu’nun ve Mehmet Ulusoy’un yaptığı oyunları izleme şansını bulmuştum. Benim hayatımı bunlar doğrudan etkiledi. 90’lı yıllarda Diyarbakır’da yaşadım. Trabzon’ da çalıştım. Van’da arkadaşlarım var.
Pek çok genç insanın bizimle doğrudan bağlantı kurarak tiyatroya adım attığını biliyorum. Bu çocuklar sonra büyüdüler, yönetmen oldular, hatta tiyatroda müdür oldular. Bunu sağladığımız oranda toplumsal dönüşümü de başardığımızı düşünüyorum. Son dönemde tiyatro toplumsal elitin bir parçası gibi gösterilmeye çalışılıyor
ki kimi dönemlerine böyle bakılabilir. Devlet Tiyatrosu için söylüyorum; ortaya çıkış şekli ve yapılandırılması biraz tepedendir. Bu halkın çeşitli katmanlarının binlerce yıllık çeşitli teatral gelenekleri vardır. Ama bunlar modernleşmeyle birlikte kesintiye uğramış, Cumhuriyet sonrasında da kurumlaştırılmaya çalışılmış. İyi niyetle yapılmaya çalışılmış bu, ama 1950’li yıllarda bütün alanlarda olduğu gibi bu tiyatro da devlet tekelinin, erkinin bir parçası haline gelmiş. Tabii şunun hakkını da vermek lazım: bir taraftan Anadolu’ya tiyatro götürme sevdalısı bir ekip hep var olmuştur. Ben mesela 90’ların başında Devlet Tiyatrosu’na dâhil oldum. Köylere kadar turne yapıyorduk ve halkın her katmanıyla ilişki kurabiliyorduk. 90’larda özellikle güvenlik gerekçeleriyle her yere gidemiyorduk. Sonra bu rahatladı bir süre fakat son 10 yıldır tasarruf tedbirleri bahane gösterilerek turneler kısıtlanıyor.
Neden tiyatro? Şimdi artık 20 küsur yıldan sonra bakınca, ilgilendiğim farklı alanlar var ama bana varoluşumu ortaya koymanın temel aracı hala tiyatroymuş gibi geliyor. Kendimi
dönüştürmek, bu dönüşümü de başkaları ile birlikte yapabilmek için kolektif bir alan tanımlıyor tiyatro.
Solfasol: Devlet Tiyatroları’nda maaşlı bir sanatçı olmanın olumlu ve olumsuz etkilerinden bahsedelim mi?
Murat Çidamlı: Türkiye sosyal güvenlik garantisi olmayan bir ülke. Özellikle sanat alanında okullardan mezun oluyorsunuz ve sokağa atılıyorsunuz. Son dönemde dizi sektörü var ve kapitalizmin batağı gibi; etinizden sütünüzden yaralandıkları bir alan. Bu sektörün doğrudan iktidar tarafından şekillendirildiğini, hatta iktidarın doğrudan bunun finansörü olduğunu görüyoruz. Bu sektör içinde sanatçı olarak yaşama şansı bulmaları zor ama iş olarak bakarsan ekmek parası kazanabilirler. Bunun dışında çocuk tiyatrosu sektörü var. Ehil olmayan bir
takım isimler okul aile birlikleriyle çocukların ailelerinden alınan paraları kırışarak, yeterliliği ve pedagojik yetkinliği doğrudan sorgulanabilir işler yapıyorlar. Çünkü Türkiye’de Tiyatro Pedagojisi diye ayrı bir alan yok. Taşeron işçi olarak Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki belediye tiyatrolarında çalışabilirsiniz ama en demokrat görebileceğiniz belediyelerde bile belediye işçisi statüsündesinizdir. Devlet tiyatrosunun kendi olanaklarına bakarsak ülkemiz şartlarında belli bir oranda iyidir. Belli bir oyuncu kadrosu vardır, bu oyuncu kadrosu sorunları olmasına rağmen en azından belirli bir eğitimden geçmiştir ve şimdilik yasalarla yönetime karşı korunmaktadır. Aybaşında maaşınız yatar fakat bu yatan para son 10 yıl içinde aşağıya çekilmiştir.
Solfasol: Devletin sanatla ilgili destekleme politikası nasıl olmalı acaba?
Murat Çidamlı: Türkiye’de yaşayan insanların çeşitli sanatsal hakları var. Çocukların mesela sanat yapma, sanatı öğrenme, eğitimde bundan faydalanma hakları var. Önce eğitimcileri yetiştirmek gerekiyor. Sonra yerel yönetimlerin eliyle her mahallede küçük çocuklara yönelik sanatsal ve sportif etkinliklerin yapılabildiği kültürel alanlar tanımlamak gerekiyor. Sanatla uğraşan bireylerin kendi sanatlarını üretebilecekleri lokal alanlar ile bunların malzemelerini alabilecekleri alanlar yaratılması lazım. 80 öncesinde kültürel alan olarak tanımlanan yerlerin hepsi bugün ranta açılmış durumda, hızla TOKİ ya da AVM yapılıyor. Parklar
bile artık tehdit altında. Seyircinin ise nitelikli sanat eserine ulaşma hakkı var ve bu hak özel tiyatrolara devredilirse o zaman ulaşamıyorlar. Neden? Çünkü özel tiyatrolar çok ciddi bir vergi yüküyle karşı karşıya. Yapımcılar da sanatsal işlere girmek istemiyor, açıkça para aklama derdinde değilse.
Solfasol: Özel tiyatrolarda seyirciyi çekmek için bazı tavizler veriliyor mu sanat adına?
Murat Çidamlı: Son 2 yıl içinde bir takım alternatif tiyatro mekânları açıldı. Ama bu mekânlar bunalım içinde. Ankara’da yılların Ankara Sanat Tiyatrosu var. Nice zorluklar yaşadı. Ben de bunun bir kısmının içindeydim. Bu zorlukları biraz bertaraf edip yoluna devam edebiliyor ama orada da nitelik sorunu olduğunu düşünüyorum. Onun dışında Ankara’da STK’lar üzerinden şekillenebilecek bir tiyatro yapılanması düşünülürken STK’lar tarafından ciddi bir özenin gösterilmediğini düşünüyorum. Bunların hepsinin politik bir angajmanı da var. Özel tiyatroların ticari olarak barınabilme şansı popüler işler yapmakla mümkün. Ekranda tanınan yüzleri kullanmak yahut yan işler yapmak gibi...
Solfasol: Nasıl oldurulur bu iş?
Murat Çidamlı: Bir tür kolektif mücadele birliği bunu gündeme alıp, alanda güvenilir insanların bulunduğu bir tür konsey oluşturulabilir. Bu insanların iktidarını tanıyarak özerkliğini inşa edebilecek bir tiyatro kurabilir. O zaman politik boşluğu da kültürel boşluğu da doldurabilecek bir alan yaratılabilir. Yıllar öncesinin bir Çağdaş Sahne’si vardı; böyle bir kolektifti.
Solfasol: Yani sürdürülebilir tiyatronun devlet eliyle desteklenen tanımlanmış kültürel bir alana ve sivil inisiyatiflerin yönetimine ihtiyacı var. Peki, seyirciye düşen pay nedir?
Murat Çidamlı: Ankara’da tiyatroların en çok yoğunlaştığı Çankaya ilçesi açısından konuşalım. Çağdaş Sanatlar Merkezi bir tiyatro binası değil. Tiyatro binası sadece tiyatro binası olarak yapılmış bir yapıdır. En azından baktığınızda son 20 yıldır sosyal demokrat bir belediye. Modern tarzda sağlam bir tiyatro binası inşa edilebilirdi. Halk da büyük sorunların arasında o kadar sıkıştı ki bu çok önemli alanda birşey söylemiyor, tiyatro talep etmiyor açıkçası. Seyirci biraz uyuşmuş durumda. Bu hem medyayla ilgili, hem günlük yaşamın ağırlığıyla ve hızlanan hayatla ilgili... Bu hayat daha da hızlanacak diye düşünüyorum. Ama zaten sanatın işlevi bu kadar hızlanmış olan hayatın içinde bir alternatif geliştirmek.
Solfasol: Devlet Tiyatroları repertuarı oluşturulurken yapılan metin tercihlerini ne kadar yeterli buluyorsunuz?
Murat Çidamlı: Ben de 2 yıl boyunca edebi kurulun sanatçı temsilcisi olarak çalıştım. Fakat bu edebi kurulun yapısıyla ilgili kaygılarım var. Bu üst yapının sıklıkla değişmesi gerekiyor. Bu yapı içerisinde akademisyenlerin olması gerekli... Onun dışında başka bir önemli kıstas şu: edebi kurulda olan yazarların eserleri edebi kurulun gündemine gelmemeli. Çünkü o zaman kurulun etikliğini tartışmalı hale getirir. Ayrıca toplumun her kesiminden gelmiş olan oyuncunun katılımı önemli. Kadrolu dramaturgların azalmış olması da bir sorun. Artık üniversitelerin dramaturg, tiyatro teorisi falan alanlarından mezun genç canavarlar var. Bu gençlerin istihdam edilmesi lazım.
Solfasol: Belki yerli metinlere ulaşamama sorunu da bu sıkıntıdan kaynaklanıyor. Çocuklar reklam şirketlerinde, dizilerde çalışmaya başlıyorlar.
Murat Çidamlı: Türkiye’nin geneli açısından bakarsak farklı metinlere ihtiyaç var. Ne kadar politik görüş varsa bunları ve bunların estetik düzeylerini -ırkçı ve ayrımcı olmadığı müddetçe - yansıtabilecek bir yelpaze lazım. Amacımız her kesime uygun oyun yapalım değil de bütün bu kesimleri bir üst dilde birleştirelim olmalı. Sanatın özgürleştirici ve alternatif düşünce gücüyle tanıştıralım.
Solfasol: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Tiyatrosu’nun mihenk taşlarından Haldun Taner’in özgün metinlere verdiği önemi biliyoruz. Günümüzde çağdaş tiyatro ile özgün tiyatro arasında gidip gelen yeni tiyatro anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murat Çıdamlı: Geçtiğimiz sene Türksoy tarafından
ve Kültür Bakanlığı tarafından Haldun Taner yılı ilan edildi. Haldun Taner aşılabilmiş bir yazar değil. Tiyatro anlayışı ve yetiştirdiği çıraklar - ki geçmişin ustaları oldu onlar - açısından bakarsak bir ekoldür Haldun Taner. Bunun yeterince anlaşıldığını zannetmiyorum. Yayınlara bakıyorsunuz Haldun Taner yılında, onunla ilgili yazılmış hiçbir şey yok ortada. Her şehirde en azından 5, 10 tane Haldun Taner’le ilgili yapım olması gerekli diye düşünüyorum. Bir de Haldun Taner tiyatrosunun halkla kurduğu ilişki çok önemli.
Solfasol: Tiyatronun izleyici ile daha interaktif bir ilişkisi mi olması lazım?
Murat Çidamlı: Kesinlikle. Toplumun nabzını sürekli tutması lazım, geri dönüşler alması lazım.
Solfasol: Türkiye’de oyunculuk eğitimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murat Çidamlı: Türkiye’de tiyatro eğitimi uzun süre
batıya dönmüştü yüzünü. Carl Ebert 1950’lerde Alman
faşist rejiminden kaçıp Türkiye’ye geldi. Muhsin Ertuğrul
ile oturdular ve devlet eliyle konservatuar oluşturuldu. Oysaki tiyatro eğitimi, tiyatro akademisi içinde verilir. Baktığınızda tüm dünya örneklerinde böyle olduğunu görüyorsunuz. Batı örneğinde yapılandırılan tiyatro, bu halkın teatral geleneklerinin de dışlanmasını beraberinde getirdi. Ne oldu Dil Tarih’te bir kürsü kuruldu, uzun süre kürsü olarak devam etti. Daha sonra burası da doğrudan tiyatro oyunculuğu eğitimi veren bir yer haline de geldi ama gözünü konservatuara dikti. Bilkent açıldı daha sonra, zaten Mimar Sinan vardı falan ama bunların hepsi konservatuvar eğitimi örneğiyle kurulmuş okullardı. Buralarda da eğitimci kadrosu çok uzun süre Türkiye’deki belirli bir görüşün adamları oldular. Stanislavski ile ilgili çeviriler “Vay komünist Suat Taşer mutlaka bir komünistin kitabını çevirmiştir.”diye çok uzun süre yayınlanmadı. Michael Çehov sistemi, Adler sistemi, metot oyunculuğu falan dünyada hızla gelişirken biz bunları çok uzaktan takip ettik. Önce Alman, Rus ekolünün taklitçiliği iken daha sonra da Amerikan ekolünün taklitçiliği şeklinde gelişti tiyatro eğitimi. Bizim ülkemizde yapılan tiyatro literatürü, teori çalışmaları da bir külliyat hâlinde derlenmemiş. Oyunculuk eğitimine yönelik de,
iyi oyuncular yahut iyi yönetmenler gidip okullarda ders veriyorlar. Hâlbuki bu adamların ders vermeleri için yine 4 yıl pedagoji eğitimi almaları lazım. Türkiye’de bu şartlara haiz olan 3, 4 kişi var.
Solfasol: Yani usta sanatçı, kendi yapma biçimini, teorik bir temellendirmesi olmadan, tamamen kişisel deneyimi üzerinden genç jenerasyona aktarıyor.
Murat Çidamlı: Bir estetik eğitimi yok, bir sanat tarihi eğitimi yok.
Solfasol: Sanat eğitimi almak bir idealizm gerektiriyor. Ancak mezuniyetle beraber idealist ya da bir manifestosu olan tiyatrocu olmakta ısrar etmek zorlaşıyor. Geçim kaygısı sanatçının özgünlüğünü yitirmesine sebep olabiliyor. Çok mu zor direnmek?
Murat Çidamlı: Gittikçe daha da zorlaşıyor. Mesela eski Sovyetler döneminde bir sistem vardı şimdi oralarda dağıldı. Tüm dünya üzerine bu böyle... Sanatçının değersizleştirilmesi aslında o temel manifesto iddiasının altından çekilmesi ve kişiliksizleştirilmesi ile ilgili bir şey.
Solfasol: Peki bir çıkış yolu yok mudur bunun?
Murat Çidamlı: Büyük şehirlerden çıkmak temel reçete olabilir. Türkiye’de kırsal alan çok ciddi boşaldı. Bu boşalmayla birlikte buralarda bir takım imkânlar var.
Solfasol: Televizyondaki skeç programlarını nasıl buluyorsunuz? Genç oyuncular o işlere yöneliyor. Bu programların izleyicinin tiyatro algısını bozduğunu düşünüyor musunuz?
Murat Çidamlı: Kesinlikle. Bunun yine bir miktar
bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Bazı akademisyenler öğrencilerinin piyasada işsiz güçsüz kalacağını bildikleri için bu sektörü teşvik ettiler. Ve doğaçlama tiyatro grupları oluştu. Okullardan şu anda tiyatro oyuncusu değil dizi ve skeç oyuncusu yetiştiriliyor. Bu alana itiliyor insanlar. Doğaçlama tiyatroyu küçümsediğim için söylemiyorum. Doğaçlama tiyatro doğru yapıldığında ezilenlerin tiyatrosu gibi toplumsal değişim açısından çok da önemli bir şeydir.
Solfasol: “Olacak O Kadar” vardı eskiden bu programlara benzer ama orada daha çok güncel siyasi mizah yapılırdı. Şimdi siyasi mizah yapmadıkları için ucuz bir cinsel mizah var bu programlarda. Üstelik bu programlar genel izleyici kitlesi için yapılıyor.
Murat Çidamlı: Muhafazakârlık zaten örtülü olarak pornografidir. Toplumsal çürümenin, ahlaki çürümenin pornografinin en üste çıktığı yerlerde muhafazakârlaşma olur daha çok.
Solfasol: Tiyatroyu tehlikeli yapan şey nedir?
Murat Çidamlı: Çoğu insan şöyle algılıyor: tiyatro bir söz sanatıdır. Doğru, sözün kullanıldığı bir sanattır ama tiyatro sadece bir söz sanatı değildir. Tiyatronun en tehlikeli yanı onun bir ‘’interaksiyon‘’ sanatı olmasıdır. Biraz şamanik bir şey tiyatro. Doğrudan bir temas kuruyorsun ve kim bilir bunun içinde bizim henüz bilmediğimiz ne tür etkileşim biçimleri var. Nasıl oluyor da, dilini hiç bilmediğiniz bir insan, karşınızda bir şey oynadığı zaman, bir alan yaratıyor, sizi de etkisi içine alıyor? Bir performans nasıl oluyor da mekânı değiştiriyor? Sorulması gereken sorular bunlar. Tiyatro
bir insanın yahut bir grup insanın bir başka grup insanla doğrudan temas alanı olduğundan tehlikeli!
Solfasol: Dolaylı iletişim metodlarının bu kadar güçlendiği, yayıldığı hatta kutsandığı bir dönemde hala tiyatroda ısrarcı olmak muhafazakâr bir şey mi?
Murat Çidamlı: Bence bir tür evrim eşiği yaşıyoruz. Bir kısım insan beynine mikroçip taktıracak ve doğrudan o sanal âlemle bütünleşmenin yolunu bulmaya çalışacak; bir kısmı da muhafazakâr bir şekilde şu toprak ananın üstüne ayaklarıyla basarak durmayı seçecek. Ben muhafazakâr olmayı tercih ediyorum.
Solfasol: Teknoloji kullanılarak büyük prodüksiyonlar yapılıyor ama bir taraftan da tiyatronun o karakutunun içine dönmesi, tamamen oyunculuk üzerinden giden bir akımı var ve bu akım seyirciden karşılık buluyor.
Murat Çidamlı: Salt çıplak oyuncu, çıplak sahneyle, çok ileri noktalara gelinmiş durumda.
Solfasol: Ankara’nın İstanbul’a göre alternatif tiyatrolar açısından kısır olmasının nedeni nedir sizce?
Murat Çidamlı: Melih Gökçek sonrası dönemde çok
ciddi bir sıkıntı var. TOKİ mahallelerine bakın bunların altında doğru dürüst bakkal çakkal yok, insanlar AVM’ye gidiyorlar. Bir dönem AVM tiyatroları açıldı. Fakat bunların hepsi AVM’lerin çöküşe geçmesiyle kapandı, battı. Sokak aralarında, yerel mahalle hayatının içinde, birbirine alternatif tiyatrolar, kafeler, galeriler, yaşayan mekânlar olması lazım.
Solfasol: Çok teşekkür ederiz bu keyifli sohbet için. Murat Çidamlı: Ben teşekkür ederim.
Yorumlar (0)