Gerçi çok fazla bir fark olmayacak belki ve çeyrek yüzyıldır boğazı sıkılarak ve acı çekmesi amaçlanarak alaycı bir dille yerlerde sürüklenmiş bir kent, kolay-kolay toparlanamaz, ama yine de Ankaralılar olarak, galiba nefes alabilme umudumuz var artık… Anafartalar, son zamanlarda oldukça sık tartışılan ve üzerinde çalışmalar yapılan bir çarşı. Ayırt edici özellikleri şöyle belirtilebilir: Yer olarak, Ulus’ta, yani kentin geleneksel ve daha çok orta ve altı sınıfların/yoksulların, kırsal kültürü bir biçimde hemen unutmayı tercih etmeyenlerin, ya da “modern” ve “çağdaş” yaşamı anaakımlaştırmamış kesimin daha çok kullandığı bir kent merkezi…Zaman olarak, 1950’li yıllarda tasarlanmış ve 1960’lı yıllarda kullanıma açılmış, yani modernin hâlâ güçlü bir akım olarak kabul edildiği, Cumhuriyetin modernleşme anlayışının da, henüz soluklaşmadığı bir dönemde yapılmış… Bunlar nesnel özellikler. Ama çarşının, yapıldığı dönem bakımından, kendisine özgü birçok özelliği daha var.
Öncelikle mimari olarak: Ulus’ta yani kentin geleneksel merkezinin modern mimari ile donatılması programı, hiçbir kuşkuya yer olmayacak bir biçimde, 1920’lerden beri genişliyor ve Anafartalar da, modernin güncel anlayışına uygun bir mimari üslupla, bir dikdörtgen prizma formda yapılmış, cepheleri cam ve alüminyum gibi yeni malzemeyle kaplanmış bir yapı. Ancak bu, olağan sayılabilecek bir durum. Asıl beklentilerin ötesinde olan durum, bu çarşının neredeyse daimi bir seramik/resim sergisi salonu ya da müze anlayışına yakın düzeyde, sanatsal bir yaklaşımla yapılmış olması… Anafartalar Çarşısı’nın, içindeki seramik ve duvar resimlerinin/sanat eserlerinin çokluğu bakımından, gerçekten olağanüstü olduğu söylenebilir. Çarşının duvarlarında, zemin katından başlayarak, dördüncü kata kadar, 24 sanat eseri sergileniyor.
Bunlardan 19’u seramik ve 5 tanesi de duvar resmi. Duvar resimleri, mimariyle bütünleşmiş durumda ve bazılarının boyutları inanılmaz derecede büyük…1960’yıllarının en önemli seramik sanatçıları olan Füreya Koral, Seniye Fenmen ve Atila Galatalı, seramik eserleriyle, Arif Kaptan, Nuri İyem ve Cevdet Altuğ da duvar resimleriyle, çarşının duvarlarında her gün sergileniyorlar. Ancak bu yazının amacı, birkaç katmanda, kent ile kamusal alanda topluma sunulan sanatlar arasındaki ilişkilerin niteliği/doğası üzerine düşünmek…
Katmanlardan biri, Ankara’nın 1950’li60’lı yıllarda Ulus kent merkezini kullanmakta olan kentlilerin toplumsal özellikleri. Kim kullanıyordu bu merkezi? Elbette bütün Ankaralılar: Kentin hâlâ geleneksel ve en büyük merkezi olmaya devam ettiği için, Yenişehir’de, Bahçelievler ya da 14 Mayıs/ Gaziosmanpaşa’da otursa da, herkes Ulus merkezini kullanıyordu. Ancak, belki yine de oransal olarak büyümekte olan bir grup olarak, II. Dünya Savaşı sırasında ve hemen ertesinde başlamış, 1950’lerle birlikte çok büyük bir çoğalma ve ivmelenmeyle devam etmiş kente kırsal alandan yeni göç etmiş nüfusu ve artık gecekondularda belki yerleşik bir doku oluşturmuş diyebileceğimiz, biraz yoksul, biraz kentsel normları henüz tam olarak benimsememiş, biraz muhafazakar ve sanatla ilişkilerini neredeyse geleneksel olan türlerle sınırlamış olan “yeni Ankaralıları” özellikle belirtmek gerek. İkinci katman sanatçılar olabilir. Kentlerde, kamusal alanlarda görülen yüzleriyle/eserleriyle tanıdığımız, modernleşmenin ve modern sanatın nitelikleri üzerinde tartışmakta olan, farklı sanat türleri bakımından, mimaride, heykelde ve seramikte, resimde ve grafikte, yani kamusal alanla/kentle en fazla karşılaşan sanat alanları bakımından, modernin sahip olması gereken özellikler, esin kaynakları ve toplumuyla ilişkilenme arayışlarına dair tartışmaları yapmakta olan sanatçılar…
Üçüncü katman da, resmi ideoloji olabilir. Resmi olanın toplumla ilişkisinin nitelikleri, yani egemen olan anlayışın topluma zorlanması veya sadece önerilmesi, ya da devlet veya seçkinler tarafından topluma hiçbir şey önerilmeksizin, her toplumsal grubun/ sınıf ve tabakanın, kendi beğenisine göre kendi yolunu bulması/ yaratması-keşfetmesi (bir anlamda toplumsal mühendisliğin ideolojik ve sanatsal alanda işletilmesi) türü vb. konuları üzerinde durulabilir. Belki, daha fazla katman da söz konusu olabilir. Ancak sadece bu üç katman ve bu katmanlar arasında, 1950’li yıllarda, Ulus’taki etkileşimin özellikleri üzerinde düşünmek bile, birçok ilginç yeni sav ya da düşünce ortaya çıkartabilir.
Bu gazete yazısının sınırlarından taşmadan, belki daha sonra sürdürülmek üzere, tartışma burada bırakılabilir. Ancak güncel (ama belki binanın ilk günlerinden beri sürmekte) olan bir tutumla ilgili gözlemleri aktarmak da yararlı olabilir: Türkiye’nin kentlerinde, Ankara’da, kamusal alanda sergilenmekte olan sanat eserlerine (mimarlık, heykel, seramik, duvar resmi, mural, afiş/ grafiti ve çeşitli sokak sanatları vb.ye) karşı kent toplumunun tutumu/tepkisi nedir? Belki kabaca birkaç kategori belirlenebilir:
- Vandalizm: Sanat eserlerine saldırı ve tahrip,
- Sanat eserlerine düşmanlık [“içine tükürmek”, onları görülebilecek yerlerden kaldırmak/ yok etmek (Kuzgun Acar’ın Kızılay’daki rölyefi, Seymenler’deki İlhan Koman’ın heykelinin “çalınması”(?) vb.), depoya/ıssız kent bölümlerine koymak (“Su Perileri” Gençlik Parkı havuz başındaki müzler vb.), bakımsızlıktan çürümeye/ yıkıma terk etmek (İtfaiye Meydanındaki Rolf Westphal’in heykeli ya da çok sayıda tarihsel çeşme/yatır veya yerel mimari özelliği olan yapı vb.)],
- Sanat esirlerini hiç görmemeyi tercih etmek, onları algılamamak ya da onları yok farz etmek, sanat eserlerine karşı aşağılayıcı bir umursamazlık,
- Sanat eserlerini görmek, ama her hangi bir eleştiriyle değerlendirmeden, olduğu gibi kabul etmek, nötr olmak,
- Sanat eserlerini takdir etmek ve onların kenti güzelleştirdiği ve daha yaşanılabilir/daha estetik hale getirdiği anlayışıyla davranmak. Belki bu liste daha ayrıntılı ve daha iyi sınıflandırılmış hale getirilebilir.Ancak, Anafartalar Çarşısı bakımından, hem çarşı esnafının, hem de bu çarşıyı kullanan buradan alışveriş yapan Ankaralıların tutumu bakımından, üçüncü kategorinin uygun olabileceği düşünülebilir. Görüleceği gibi, “Anafartalar’ı kurtarmak”la bitmiyor sorunlar.
Ankara ile Ankaralılar ile sanatlar, sadece kamusal alanda sergilenen sanatla da değil, modern olsun-geleneksel olsun, popüler olsun, sanatlar ve sanatsal etkinliklerin özellikleri, sanatı etkileyen kurumsal yapılar hakkında, düşünmek/ yapmak gereken çok şey var…
Yorumlar (0)