Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ulus Kül'liyati

Cuma Kuşları'dan biri "aktar"dediği hikayelerden birinde şöyle sonlandırmış hikayesini : "Kuş ölür, sen uçuşu hatırla."*

Ulus Kül'liyati

Sahipsiz

Her eski, şu andaki zamanın gözünden ırak, kendi halinde; ruhunu, geçmişin bilgisini, suretleri, etrafları, içinde saklayıp bir kenarda duran kelime gibi. Yeninin, dolaşırken başını okşadığı, hatıralar diyarında bir görünüp bir kaybolan, siyah beyaz bazen, duvarda asılı gördüğün çerçevesini kaldırsan arkada izi kocaman bir fotoğraf, plak pikapta, için için bir şarkı, bazen çocukluğun geçtiğini hatırlatıcı bir sokak, zarfsız bir mektup, Ankara'nın yetmiş yazında bir masanın çevresinde doluşmuş üç cümlede bir ağız dolusu kahkahalar, semtlerin ifadeleri, püfür püfür açık hava sinemaları, henüz kazasız OrhanVeli, "Ulus'muş merkez, Kızılay değil" bilgisinin içerisinde adamlar, kadınlar, çocuklar, az arabalar, bir eli diğerinin omzunda mahalleler, kerpiçten bir ev, sahipsiz: Yalnızlıktan bitap düşmüş, kaybolsa, "doğal ölüm, yaşlılıktan" diyecekleri kadar son demleri, camlarının yarısı var yarısı yok, "koruma altında" kılıflı, koruma altında ya hiçbir şey olmaz güvenceli, bir otoparkın içinde öylece kalakalmış, arkasında yıllanmış bir iki ağaç, böyle bi ev işte, ağaçların önünde Ulus'un esnaflarla, bankalarla dolu yüksek binaları, evin etrafında moloz yığınları, sararmış, çamurlu toprak, zamanla evin içlerine, gözlerine konmaya başlamış kuşlar: Cuma Kuşları.

Cuma Kuşları

Ormandaki aslan kadar kesin, devletteki iktidar kadar emin olmasa da, sahibi varmış aslında bu bahsi geçen evin. Ahşap pencere uçlarına, kerpiç duvar oyuklarına, yanık dam duvarlarına bir konup bir havalanan Cuma Kuşları, sahibi gibi hissetmişler bu viranenin.Kuşlar, evin kuşlarıymış. Evin yanıbaşına yıllar sonra kondurulmuş binanın penceresine her cuma bir şeyler bırakıp gittikleri için de , binada sabahtan akşama mesai dolduran çalışanlardan bazıları Cuma Kuşları koymuşlar adlarını. Her cuma, kuşlardan biri, bitişikteki kendi tarihinden hareketlenip insanların tarihine konarak kuş kadar armağanlar bırakırmış. Çalışmak zorunda bırakılmış insanlara hediyelerle gelip yüzlerini güldürmeye çalışırlar, hatta binada çalışanlardan birisiyle anlaşıp hikayelerini ona anlatır, onun da gidip diğer arkadaşlarına bu hikayeleri anlatmasını isterlermiş. Dağınık pazar yerleri gibi kelimelerle kaplı hikayeler de varmış içinde, af dileyip kolay anlaşılacağına söz veren kelimeler de. Bir tüy günaydın da olabilirmiş insana iyi gelen, bir gül iyi akşamlar da. Cuma Kuşları verdikçe mutlu, anlattıkça hafif olurlarmış. Kendilerine ait bir mutlulukları yokmuş. Mutlu olmaktan çoktan geçtikleri için de kanatlarında kala kala, mutlu etmek tüyleri kalmış. İstedikleri zaman evin penceresinden girip istedikleri zaman çatısından çıkıyor, yiyeceklerini getirip saklıyor, kaçıyor, uçuyor, Ulus semalarında bir uçtan bir uca neşeyle süzülüp yeniden bu yıkık dökük eve tünüyorlarmış.Seviyorlarmış bu evi. Toprağı bal kokulu, duvarı gül desenli, kırmızı kiremitli bu evde bir zamanlar sadece kendileri değil sevdikleri de kanat çırpmış. Hep birlikte sevinçle çırpılan kanatlarla yükselip alçalmışlar, ahşap parmaklıklara gülücüklerle konmuşlar, kapı tokmağını neşeyle çırpına çırpına gagalamış, sur duvarlarından uçup gelmiş diğer kuşlarla arkadaşlıklar edinilmiş, cihannümalara geçip serinlerken yaz sıcaklarında, sonrasında sıkılınca bedenleri, sedir üzerlerine inmişler.Evde ne yendiyse onlara da serpilmiş, hortumla serinletilmiş avlu kenarındaki taş oyuklarında birikmiş sulardan onlar da nasiplenmişler. Evlerdeki elma, nar, armut, karanfil desenleri neyse kuşlar için de ev oymuş. Tabiatın devamı gibi gördükleri için ev onlara sanki ağaçların devamıymış: Sokakta oynayan çocukların saklambacı, bahçesinde serinliğin çeşmesi, sessizliğin cıvıltısı, ağacında kokan gülün kımıltısı, arının balı, derenin suyu... Bunlarla beslenince kuşlar yıllar yıllı, herkes bilmiş güzelliğin kokusunu, cırcır böceğinin sesini, sofaların ferahlığını. "Kendimizden mirastır" deyip ayrılmamışlar hanelerinden Cuma Kuşları.Yüzyıl geçse bile üzerinden, evin çevresine kondukları mutluluk azalsa da, çiçekler bitip, balmumları erise, ağaçlar sökülüp tenekeler gömülse de, takvim yaprakları kırt kırt koparılırken duvarlardan akşam sefaları sonrası, toprak balçık, ahşap kırık, sular kurusa da, "evin barkın burası değil artık" deseler de, sevdiklerinden kimini ahşap bir direğin üzerinde hasbihal ederken, kimisini yanıbaşında gagasıyla gerdanını temizlerken, bazen ormanlık bir gezi sırasında çam ağaçlarının üzerindeki reçineleri yemeye çalışırken, göçebe olanlarla şehrin bir yerine kadar zaman geçirip dönüş yolunda vedalaşırken bir bir kaybetseler de ayrılmamış Cuma Kuşları bu civardan.

Kendilerine mutluluk diye kala kala bir ev kalmış.İçi eşyasız, karanlık, sessiz, insansız bir ev. İçlerinden şırınga gibi çekilen güzel zamanların mutluluğunu evin yanıbaşındaki binada zamanın nasıl geçtiğinin bile farkında olmadan başları sabit yüzleri çoğu kez kaygılı ve mutsuz insanlara "Selam size, bugün cumadır"deyip canlandırmak o kadar iyi geliyormuş ki onlara, her cuma bıraktıkları hediyeler ile sanki kaybettikleri arkadaşlarına yeniden kavuşuyorlar, küçük bir tebessüm gördüklerinde meltem rüzgarına bırakıp kendilerini sevinç ve keyiften birbirlerinin üzerinden uçarak atlayıp zıpla... "Yanlış anlama ama, biz bu hediyelerden istemiyoruz artık, mahcup oluyoruz sana karşı."

Eski Arkadaş

Evvel zamanlarda, Ankara Kalesi'nden havalanıp, gagalarında türlü türlü yemleri, sinek solucanları, ayçekirdekleri, ekmek içleri, ayaklarında çalı çırpı, süzüle süzüle gelen kırlangıçlar, ebabiller, güvercinler, çulha kuşları, çıvgınlar, Cuma Kuşları'nın evlerinin bacasına konarak, armağanlar getirirlermiş.Cuma Kuşları da çırpınan kanatların sesini duyunca ellerinde avuçlarında ne var ne yok paylaşmaya havalanırlarmış.Bu bölüşüm iyi gelirmiş bütün kuşlara.Kimin ne getirdiği, ne bıraktığının önemi yokmuş. "Vermek" hali, kendilerinden bir şey eksiltmeyip tam tersine artıran bu sudûr hal, hepsini birden Kızkuşu gibi yüzü gülen kuş yapıyormuş sanki.Öyle güzel bir hal içerisindeymişler ki onların neşesi tabiatın kendisi, sesleri birbirine karışan gazel, uçuşları gökyüzünde ahenkmiş. Herkes birbirinin tüyünü bilir, sesini tanır, uçuşuna güler, sevincine ortak olurmuş.Başkasını mutlu etmenin bilgisine o kadar haizlermiş ki kanatlar gökyüzünde açılıp kapanırken yüzler birbirine bakar, neler yapsam da bu uçuşa iğde ağacının kokusunu katsam yarışına girerlermiş; bir taraftan takla mevsimleri, rüzgar dalgaları, mutluluk sürüleri; diğer taraftan gençlik rüyaları, imkan zamanları, düş bahçeleri. Ferah ve feza içinde Ankara'nın semalarından 1900'lü yılların Ankara'sına bakmak isterken, sonrasında birlikte tünerken ağaç dallarına, akan derelere bir girip bir çıkıp küçük küçük su içerken, zaman geçmiş, Ankara Ulus'ta camları kırık, çatısı çökük eski bir ev ile, o kuşlardan sadece bu Cuma Kuşları kalmış.

Son Kuşlar

Gün gelip insanlar mahcubiyetlerini bildirdiklerinde, o gün cuma kuşları da o anlattıkları hikayelerden, insanların hayatlarına girip onları mahcup etmekten mahcup olmuşlar.Hediyeleri arkadaşlıktan, ilgileri kardeşlikten, şarkıları duymaktan, gözleri bakmaktan, hiçbir şeyi hiçbir şeyden ayrı görmediklerini hep hatırlamışlar da sadece birer kuş olduklarını unutmuşlar. Demişler ki böyle bırakalım bu hikayeyi.Bıraktıkları yere dönüp göz ucuyla bile bakmışlar ki, böyle mutlu insanlar, evet, böyle bırakalım hikayeyi.Kuşdilini ve kanatlarını kapatıp o eski eve sığınmışlar. Sanmışlar ki kızıl gerdanlı bülbülün devamı gibi ortak, siyah boyun halkalı kumrunun yaşamı kadar sadık, ötüşü çok uzaklardan duyulan çobanaldatanlar kadar yakın, sesi çirkin olsa da güçlü kargalar kadar uzun yaşar, kaybettikleri arkadaşlarının eskiden kanatlarında getirdikleri uğurböceklerini insanların parmaklarında yeniden görüp dal diye üzerine konarlar.Sanmışlar. Bilmişler ki kuşlar ile insanlar kısacık bir bayram ziyareti, yaz yağmuru, kelebek ömrü.

Cuma Kuşları’nın göz kapaklarına kondukları Ulus'taki o eski Ankara evi, 24 Haziran 2016 cuma günü bilinmeyen bir sebepten yanınca, hemen yanındaki bina çalışanları da önce küçük bir şaşkınlık yaşamışlar, sonra da mutlulukla, "İyi oldu, önümüz açıldı azcık" demişler birbirlerine. Cuma Kuşları'dan biri "aktar"dediği hikayelerden birinde şöyle sonlandırmış hikayesini : "Kuş ölür, sen uçuşu hatırla."*

* furuğ ferruhzad

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış