Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ulus, Yıkılmak ve Direnmek

Bildiğimiz Anafartalar Çarşısı, Ulus İş Hanları ve ofis binaları olarak düşünülmüş, göreli bir iddia sahibi iki kule (Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve Gümrük ve Ticaret bakanlığı). Biri şişman yeşil, diğeri altın diş renginde... Orta alt sınıflar için, kentin eski ve geleneksel merkezinde, 1960’lı yıllarda Türkiye’nin, Ankara’nın, ve modernleşme çabalarının bir aşamasında, kentin eski merkezini yenilemek amacıyla, iş merkezi, ofis ve çarşı olarak yapılmış... Modern binalar.

Ulus, Yıkılmak ve Direnmek

Kentin eski ve geleneksel merkezinde, “aşağı yüz”de, modern olarak yer alıyorlar. Kurulduklarından beri yoğun bir biçimde kullanılıyorlar. Eski esnafın işyerleri, dükkanlar, günün modalarına göre işlev değiştiren, sahip değiştiren, vitrin değiştiren, değişimlere uyum gösterme çabasında olan bir çarşı...

Ne geleneksel Osmanlı çarşısı, ne de anlam olarak ondan tam kopmuş... Kendini hem yeni ve modern olarak göstermek istiyor, hem de onu/ çarşıyı kullanacak olan kent toplumuna/ esnafına, meydan okuyor. Beri yandan, Ankaralıları, alışkanlıklarını, beğenilerini, “Hanlar”la dokuduğu geçmişini ve geleceğe dair beklentilerini, derinden ve örtük bir biçimde, dikkate alıyor.

Bu binanın yapılmasını programlandıran kamu yönetimi ve projelendiren mimarlar, Ankaralılara güzel mimari eserler sunarak, onları rahat ettirmek, işlerini kolayca yapmalarını sağlamak, göz zevklerini okşamak istemiş... Bunu önemsediğini, çok açık bir biçimde, net olarak söylüyor.

Bir mimarın kullanıcılara verebileceği en güçlü armağan, binanın kendi mimarisidir. Ancak Anafartalar Çarşısı’nda, daha fazlası da veriliyor: Çarşının içini güzelleştirmek için, seramik panolar, duvar resimleri de sunuluyor. Bir bakıma, bu da, gelenek ile modernin birlikte düşünülmüş olması anlamında... Geleneksel olarak mimari yapıların iç mekanlarının süslenmesinde çoğu kez oldukça geometrik ve soyut figürlerle çini kaplamalar sunulur. Anafartalar’da da, pişmiş topraktan yapılmış süslemeler olarak, seramikler ve mozaikler sunuluyor. Bu defa da, bazen soyut ve geometrik, ancak hepsi de modern bir anlayışla yapılmış panolar süslüyor, Anafartalar’ın iç duvarlarını...

Yani bu binalar programlanırken ve projelendirilirken, aynı zamanda, onu kullanacak Ankaralılar için, rahat, kolay kullanılan, geniş iç mekanlar ve aynı zamanda modern bir mimarlık ve sanat anlayışı sunulmasına da özen gösteriliyor. Biraz daha irdelenecek olursa, “Ulus’a, kentin geleneksel kesiminin ticari merkezine/daha az gelirli olan kesimlere, ayrımcılık yapılmıyor ve onlara da o zamanın standartlarına göre, en cömert kamusal ikramlar yapılıyor” diye düşünebiliriz.

Ancak bu kamusal ikramı, şöyle yorumlamak da mümkün olabilir: Egemen sınıf ideolojisinin empoze etmek istediği “modern” olanı, “batılı beğeninin mimaride ve resim/ seramikte moda olan standartlarını”, bunlardan uzak olan kesimlerin “eğitimine katkıda bulunmak/ yönlendirmek” için ve onlara sormaksızın yapılmış bir manipülasyonla, bu insanlara dayatılmak istenmesi...

Modern mimari, modern resim/

seramik sanatı...

O zaman, şöyle bir soru akla gelebilir: Çarşı yapılırken de, topluma zorlanan bir anlayış ve ideolojik bir yaklaşım varmış. Şimdiki belediye yönetimi de, (tamGeleneksel olarak mimari yapıların iç mekanlarının süslenmesinde çoğu kez oldukça geometrik ve soyut figürlerle çini kaplamalar sunulur. Anafartalar’da da, pişmiş topraktan yapılmış süslemeler olarak, seramikler ve mozaikler sunuluyor. Bu defa da, bazen soyut ve geometrik, ancak hepsi de modern bir anlayışla yapılmış panolar süslüyor, Anafartalar’ın iç duvarlarını...

zıt olan yönde) başka bir anlayış ve ideoloji gereği, bu binaları yıkmak ve yerine kendi ideolojisine daha uygun mekanlar, yapılar ve sanat eserleri yaratmak istiyor.

İkisinin arasında ne fark var?

Farkları anlamak için, bir-kaç soru daha gerekli: Kent toplumları, toplumların hepsi, giderek daha fazla demokrasi ve kendisini ilgilendiren konularda söz sahibi olmak istiyor. Çarşının yapılışının üzerinden, yarım yüzyılı aşkın biz zaman geçmiş. Hala aynı anlayışı sürdürecek miyiz? Kent toplumu, demokratik bir gelişmeyi talep ediyor olamaz mı? Geçmişte de yeteri kadar demokratik olmama örneği gösterilerek, “demokrasinin şimdi de olmamasının zaten sorun olmadığı” gibi bir düşünce geçerli olabilir mi? 

Ayrıca, Anafartalar yapıldığından beri, Ulus merkezinde bir doku oluştu ve bu dükkanları kullanan esnaflar, bu dükkanları kullanan Ankaralılar, belirli bir alışkanlık

Asıl sorun, bizlerin, yani Ankara kent halkının varlığı ve eylemleriyle oluşan ve kent toprakları üzerinde biriken “rant”a, (yani, sadece kent toplumuna ait olan değer artışlarından oluşan ve para ile ifade edilen meblağa) el koymak üzere yapılan soyguncu girişimlerdir.

ve sahip olma, benimseme, kendi kentlerinin var olan mekanlarıyla ilgili anılar ve kişisel tarihleriyle bütünleşmiş bir bellek edindiler. Bunun tepeden inme bir biçimde, bir üst otorite tarafından yok edilmesi, kabul edilebilir mi?

Topluma (kent planlaması ile, mimariyle, resim- seramik-çini sanatıyla vb.) ideoloji empoze etmek, toplumun beğenisini tepeden inmeci bir biçimde ve merkezi bir ideolojik karara göre etkilemeye çalışmak bakımından, benzerlikler ve farklar bakımından, kabaca iki kategori tanımlayabiliriz:

Dışa kapalı ve sadece kendi geçmişinden hayal edilmiş örnekler iddia ederek, giderek daha ayrımcı ve yerelci/ milliyetçi-dinci ideolojilerin, otoriter ve merkezi, despotik bir gücün iradesi doğrultusunda, genellikle anakronik bir dayatma (örnek: Melike Hatun/ “Opera” Camisi), Dışa açık ve dünyadaki mevcut (kapitalist) işleyişlerin/ (çoğulcu denilebilecek) tartışmaların sonucunda ortaya çıkan (oldukça popülist) beğenilerle kendiliğinden bütünleşen ve örtüşen, (dünyanın güncel gelişmelerine uygun) evrensel/“küresel” kitle kültürü tarafından, (örtülü biçimde) ideolojik yönlendirilmeler (örnek: Anafartalar Çarşısı).

Mevcut bu alternatiflerin, her ikisine de eleştirel bir biçimde yaklaşmak gerekse de, toplumu katı bir biçimde baskılayan ve aşağılayan merkezi otoriteye/ ideolojilere karşı (1. kategori), temkinli yaklaşmak koşuluyla, modern, evrensel, popüler/ piyasacı ama daha çoğul olan alternatif (2. kategori), kent toplumuna daha fazla mücadele (en azından tartışma) alanı sağlıyor gibi görülebilir belki?

Anafartalar Çarşısını savunmak ve onların Ankara için taşıdığı anlamı, eleştirel biçimde ve nesnel olarak tartışmaya devam edebilmek için, hem bu yıkımdan zarara uğrayacak, belleğinin bir bölümünü yitirecek ve merkezi otoriteye itaat dersi almış olacak Ankaralıların kayıplarını düşünmek, hem de, iş hanlarının esnafını onları en çok ilgilendiren ekonomik kayıpları dikkate almak zorundayız.

Böylece, sorunun salt ideolojik ya da nostaljik olmadığını ve ekonomik bir boyutu olduğunu anlamaya başladığımızda, Anafartalar’la ilgili sorunun ne olduğunu, yeniden düşünmek gerekecek. Bu durumda, Anafartalar’ın ve bütün çevresinin yıkımı ile ortaya çıkan asıl sorunu, yeniden tanımlamak gerekecek.

Asıl sorun, bizlerin, yani Ankara kent halkının varlığı ve eylemleriyle oluşan ve kent toprakları üzerinde biriken “rant”a, (yani, sadece kent toplumuna ait olan değer artışlarından oluşan ve para ile ifade edilen meblağa) el koymak üzere yapılan soyguncu girişimlerdir.

Kentte yaratılan rant, kentin ekonomisi, sosyolojisi, kültürü kadar canlı ve akışkandır.

Anafartalar Çarşısı’nın yapılmasıyla da, Ulus’ta bir değer (kentsel rant) yaratılmıştı. Aradan geçen 50 yıl içinde, bu rantın artışı, bölüşülmesi, yeniden üretimi vb, kentin toplumsal sınıfları ve katmanları arasında, oturmuş, olgunlaşmış ve durağanlaşmışa bir yapıya doğru evrildi ve akışkanlığını kaybeder gibi oldu. Oysa şimdi, yeni ve hak edilmemiş paralara (ranta) el koyma açlığı/ hırsı çok fazla. Mevcut otoriter merkezle siyasi ilişkileri güçlü ve çok yırtıcı yeni sosyal sınıflar, ulus kent merkezi topraklarında birikmiş ama durağanlaşmış (sınıfsal olarak nasıl paylaşılacağı konusunda bir oydaşıma kavuşmuş olan) rantı, yeniden çoğaltmak ve buna el koymak istiyorlar.

Zaman içinde köhneyen ve atak bir yırtıcılıkla büyütülmemiş bu rantı paylaşan esnaf grubu (eski sınıflar), şimdi yeni kentliler, iktidar odağının yeni yandaşlar (inşaatçılar, girişimciler, tüccarlar ve belki hepsinden de çok, spekülatörler ve rantiyeler vb.) tarafından al-aşağı edilmek isteniyor. Eski esnaflar da, belki aynı sınıftan, muhafazakar, dinine bağlı ve modern/ batı ile her hangi bağı olmayan sıradan (ve orta halli) kentliler. Onları bertaraf etmek isteyenler ise, daha hırslı ve yırtıcı, ama asıl önemlisi, oluşacak yeni kentsel rantın bir bölümünü açık veya örtük bir biçimde, iktidarın çeşitli odaklarıyla paylaşmaya hazır olduklarını söylüyorlar. Anafartalar’ın kaderi bakımından da, asıl belirleyici olan bu örtük ittifak...

Belediye, Ulus’ta projesiyle, Mevcut rantı paylaşmakta olan toplumsal kesimleri bertaraf etmek, Kendisine yakın olan yeni toplumsal kesimler için yeni rant yaratmak istiyor ve bunun için, Kent merkezinin mevcut mimari/ mekan düzenini (kentsel rantı) yeniden oluşturmak istiyor.

Böylece, ittifak içinde olduğu sınıflar da, bundan resmi olmayan yollarla siyasi olarak yararlanacak iktidar odakları da, (büyük ama olağan ve ahlaki olmayan) bir yarar/ çıkar sağlayacaklar.

Bu projeyi Ankaralılara kabul ettirebilmek için, aslında ekonomik çıkarlarla ilgili bir konuya, ideolojik-dini bir elbise giydiriyorlar: Modernin karşısında geleneğin zaferini taçlandırmak istediklerini (Melike Hatun Cami-İller Bankası ilişkisinde olduğu gibi) söylüyorlar.

Bir bakıma, bu da, mücadelenin boyutlarından biri: Hem bir çıkar kavgası veriyorlar, hem de bunu kolaylaştırmak ve karşı çıkışları yatıştırmak için, yaptıkları işe, ideolojik (batılı moderne karşı Sünni muhafazakar) mücadele süsü veriyorlar. Ama bu gerçekte, ne belediye, ne de belediyenin bu projesine direnenler bakımından, mücadelenin temel eksenini oluşturmuyor.

Peki Ankaralılar, Ulus’ta, Anafartalar ve diğer çarşılar üzerinden verilen bu hak edilmeden kazanılmış paralara (kentsel ranta) el koyma mücadelesinin neresinde? Bu yıkımlar, Ankaralıları neden ilgilendiriyor? Kısaca bir dizi neden:

- Hala ekonomik değeri olan/ kullanılan, ayrıca da toplumsal, kültürel değeri olan ve kentin belleğinin bir bölümünü oluşturan katmanlar tahrip edilecek, yok edilecek.

- Kentin merkezi yıkılırken de, yeniden yapılırken de, kente ait kamusal kaynaklar, belediyenin, kent toplumunun gerçek ihtiyaçlarına yönelik yatırımlar için kullanılabilecek kaynaklar kullanılacak. Yani bizim paramız. Ankaralıların refahı için kullanılması gereken paralar/ kaynaklar...

- Ulus’ta Ankaralı sıradan insanların parasıyla yaratılacak parasal değer artışı (kentsel rant), iktidarın despotik çıkarları, siyaseti ve baskısı için kullanılacak. Böylece, yandaşları güçlenirken, artık bir değeri kalmamış eski esnafları (onları küçümseyerek kendisine tabi kılacak “efendi” sopasıyla) “terbiye/ bertaraf ederken”, Ankaralılar/ hepimiz, daha çok bastırılmış ve itaatkar olacağız.

Bütün bu düşünceleri serimledikten sonra, geriye yanıtlanmadık bir tek soru kümesi kalıyor: Peki kent hiç mi değişmeyecek, iradi bir değişim
için bir proje yapılamayacak mı? Kentte bir kez yapılmış olan yapıların, sonsuza kadar/ kent durdukça yaşatılması, zorunlu mu? Eskimelere karşı, değişen teknoloji ve beğenilerin/ sosyal ihtiyaçların gerektirdiği yenilenmeler, bir kentte nasıl gerçekleştirilir? Eloise Dhuy Kentler elbette değişebilir ya da, iradi bir biçimde değiştirilebilir; yeter ki, bu iradi değişim kentte yeteri kadar saydam ve bütün tarafları bir oranda tatmin edici düzeyde tartışılmış olsun ve kent içindeki demokratik kanallar açık ve işlek olsun. kimse, kentin hiçbir yapısına, mekanına ve bunların arkasındaki anlamlara karşı, başka bir şey öneremez mi?

Bu soru kümesi o kadar kapsamlı ki, “kentte değişim” başlıklı başka bir yazıyı hak ediyor. Ancak bir tek cümle ile yanıtın ana fikrini söyleyecek olursak:
Kentler elbette değişebilir ya da, iradi bir biçimde değiştirilebilir; yeter ki, bu iradi değişim kentte yeteri kadar saydam ve bütün tarafları bir oranda tatmin edici düzeyde tartışılmış olsun ve kent içindeki demokratik kanallar açık ve işlek olsun.

Oysa Anafartalar ve Ulus İş Hanları bakımından gördüğümüz, sadece kapalı ve despotik merkezi bir dayatma ve kuşku verici, hesabı hiçbir zaman verilmemiş ve verilmeyecek çıkar oyunları/ hak edilmemiş paralar için aç gözlülükler ve Ankaralıların gündelik yaşamına, değerlerine ve beğenilerine, belleğine yapılan ve sahte bir biçimde Sünni bir elbise giydirilmiş yırtıcı bir saldırı...

Ankara, sanırım, bu yıkıma karşı durmaktan başka bir şey yapamaz.

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış