Köşe bucak aradık, nihayet Reşit Bey’in izini bulduk. Fakat ikna etmek kolay olmadı ama hatırlı tanışlarımızı araya koyduk (ricacımızın Reşit Bey'in ev sahibi olması saniyoruz bir hayli etkili oldu). Nihayet razı oldu ancak tek bir ricası vardı: “Reca ederim gaste göndermeyin, popüler şeylerlin dikkatimi dağıtmasına müsade etmemeye çalışıyorum. Müstakbel eserim üzerinde çalışıyorum, kendisi japon kabuki tiyatrosu hakkında dilekçe formunda yazılmış ilk eser olma özelliği taşıyor...” Kolayca farkedildiği gibi röportaj konumuzdan ziyade yeni eserinden sözetmeye can atıyordu. Yeni eserine sonraki sayılarımızda yer verme sözünü alınca hemen söyleşiye geçti. Vakti pek yok ve telaşı çok gözüküyordu.../
Solfasol Sual: Ceren kuzum, bilsen bilsen sen bilirsin: Nedir bu insan evladının çamur çanak merakı ki 10 bin sene mukaddem çanak çömlekli noolitikten beri bir turlu vazgeçemediği?
Özgür Ceren Can: Kültürü insanın doğaya alternatif olarak yarattığı maddi manevi değerler bütünü olarak düşündüğümüzde seramik, yani toprağın pişirilmesi insanoğlunun en eski müdahale alanlarından biri. Basit günlük kullanım eşyalarından, törensel objelere dek uzanan çok geniş bir yelpazede seramiğin kullanıldığını görüyoruz. Bir medeniyetin yaşam biçimini ve gelişmişlik düzeyini seramiklerinden okuyabiliyoruz. Mesela Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Çatakhöyük’te bulunmuş Neolitik dönem, pişmiş toprak ocak için kap altlığı ve üzerinde küçük bir güveç vardır. Bu obje tek başına beni oldukça etkiliyor. Düşünsene insan “insan” oluyor, yerleşiyor ve bir yaşam biçimi yaratıyor. Ürünü ve zamanı arttıkça da bu seramikleri bezemeye, kendini ifade ettiği sembolik bir dili oluşturmaya başlıyor. Çatalhöyük kadim bir yerleşim merkezi olarak başlı başına heyecan verici zaten; “Akropolis” sergisi henüz proje aşamasındayken yalnız seramikleri ile değil kent planıyla ilgili olarak da sürekli takılıp kaldığım bir yer.
Sual: Hadi bunu annadık, peki ya sana bu seramiği yaptıran ızdırabın nedir?
Ö.C.C.: Kendimi gerçekleştirmek! Bu kadar basit… Alet kullanınca, hatta bazen yaratınca, toprağa şekil verince, onu pişirince, havanda “sır” dövüp, pişmiş toprağı sırlayınca, tekrar pişirince ve bütün bu yaratım/üretim/inşa sürecinin sonunda insanlığımı idrak ediyorum Reşit Amcam.
Sual: Bu sergi için yaptıklarını nasıl beğendin de sergilemeye karar verdin? Bir de serginin adını nerden buldun? Akropolis’in “yüksek kent” manasına gelmesinden hareketle eserlerini varillerin üzerine dizmene pek şaşırmadım, ne yalan söyleyeyim.
Ö.C.C.: Sen beğenmedin mi yoksa işlerimi? Öyleyse çok şaşırmam çünkü ben de öyle aman aman beğenmiyorum. Ama seviyorum onları. Sergilemek de benim için paylaşmak demek. Daha fazlası değil. Serginin adını arkadaşım Senem Çağla Bilgin ile birlikte bir akşam kahve içerken bulduk. Akropolisler Antik Yunan kentlerinin en yüksek kesimde yer alan özel bölgeler. Erken dönemlerde kentin ana arterleri buralarda yer alırken M.Ö. 5. yüzyılda Akropolisler tamamen tapınaklara ayrılmış, içinde yaşanmayan kutsal, kıymetli bir alan haline gelmişler. Benim inşa ettiğim kentin de içinde yaşanmıyor, aynı zamanda ayrıksı ve kıymetli…
Sual: Sergideki işlerde seramik dışında malzeme olarak metal de var. Metal dediysem inşaat çivisiyle mıh! Bunları seramikle harmanlamak nasıl bir ihtiyacını karşıladı?
Ö.C.C.: Çivi de insanın doğaya bir başka enteresan müdahalesi benim için. Basit ama konstrüktif vurgusu çok kuvvetli. Bir de tam istediğim noktalarda forma dinamizm katıyor. Evet, çivi yapılarımın dinamizm ihtiyacımı karşıladı diyebilirim. Normalde sabitleyen bir araç olmasına karşın benim için hareket olanağı sağlıyor.
Sual: Toprağa şekil vermek, onu başka malzemelerle birlikte bir şey’e dönüştürmek o kadar kolay olmasa gerek, bi dünya malzeme bilgisi ister tahminim. Hangi kil olacak, neyle karıştırıcan ki çatlamasın, şeklini nasıl tutturacan, ne kadar sıcakta ne kadar pişirecen? Bu kadar teknik bilgiyi kıskanan diğer sanat erbapları seramik sanatkarlarına bir çanak-çömlek ustası muamelesi yapıyorlar mı?
Ö.C.C.: Yapıyorlar. Ancak aslında bu kökeni çok eskiye dayanan ve el işçiliğinin, emeğin ikincil olduğuna dair bir algı. Dünya tarihinde uzunca bir süre şair heykeltıraştan daha üstün görülüyor. Elbette bugün gelişmiş toplumlarda bu ötekileştirmeler çoktan rafa kalktı. Ancak bizde hala devam ediyor. Seramik ülkemizdeki pek çok sanat kompetanına göre tekniğe, zamana bağımlı olduğu ve içerdiği fikir kadar nesnesi de baskın olduğu için “güncel” değil, hatta demode. Gerçi ben bu burun kıvırmaları pek umursamıyorum. Ayrıca bence zanaatkârlık da muhteşem bir şey! Marangoz ya da cam ustası olacağımı bilsem bir hayat daha yaşamak isterim.
Sual: Bi dünya havalı galeri vardı şekerim ne diye bi inşaat şantiyesine niyetlendin?
Ö.C.C.: Aslında Brewer’da inşaat neredeyse bitmek üzere. Dolayısıyla seramik sergilemek için gerekli korunaklı alanı sağladı bana. Bazı havalı galerilere başvuru yaptığım oldu, ancak kabul edilmedi. Bazılarını da baştan ben eledim mekân olanaklarını beğenmediğim için. Brewer tam isabet! Apartman dairesinden, dükkândan bozma galeri mekânları beni boğuyor. Biraz daha yüksek tavan, daha çok mimari tasarım ve serbesti istiyorum. Sergileme sırasında işler, teşhir düzeni, mekân, hatta ses ve koku gibi unsurlar ortak bir dil konuşmalı bence. Seçilen mekân ve galeri yönetimi esnek ve açık fikirli olmalı. Ayrıca bu havalı galeride sergi açma işleri biraz doğru kişilerle bağlantı halinde olmakla ilgili. Sonra fazla “business” mantığı var, afili sözleşmeler falan imzalanıyor. Bir kere ben “sanat kariyeri” denilen şeye pek inanmıyorum. Havalı bir galeriye adımımı atmam demiyorum ama öyle bir galeride sergi açmak için de yanıp tutuşmuyorum.
Sual: Sergiyi gezerken bir grup talebenin -zannederim müspet ilimlerden biyoloji tahsil ediyorlar- muhabbetine kulak misafiri oldum. Ne deseler beğenirsin, senin seramikleri moleküllere, efendime söyleyeyim, tek hücreli mahlûkata benzetiyorlarmış! Dur şunları bir paylayayım derken ben, seğirtip gidiverdiler! Ertesinde aldı beni bir düşünce... Sen ne dersin?
Ö.C.C.: Talebeler haklı galiba. Daha önce açtığım Şehr-i Mahlûkat seramik sergisinin mahlûkatları Akropolis’e sızmış olabilir. Ve tabii seramiklerimde organik dokuların oldukça öne çıktığı bir gerçek. Muğla’da açtığım sergiyi gezen yedi sekiz yaşlarında bir çocuk notunda çanağımın içindeki “şeyler”i gerçek sandığını yazmıştı. Bir de teşekkür etmiş. Çok tatlıydı.
Sual: Bunca seramik için hatırı sayılır bir para harcamış olmalısın, bu ise hevesli sponsor vardır kesin, seninkiler hangileriydi bu sergide? Bir de bunca masrafla ve daha çok emekle yaptıklarını satın alan oluyor mu? Neyle geçiniyorsun?
Ö.C.C.: Sponsorum ailemin ben sıkıştıkça ceplerini karıştıran pamuk elleri. Bu işlere hatırı sayılır paralar harcanıyor, evet. Beni ağırlıklı olarak eşim Murat Erişti destekliyor hem maddi hem de manevi olarak. Ben de seramik dersi veriyorum. Sanat yatırımları sorunlu bir alan… Sergi masrafları için bir içki firması sponsor olabilirdi ancak artık yasalar ve yönetmelikler buna engel oluyor. Satış oluyor elbette. Ancak sanatsal etkinliğin kesintisiz sürdürülebilirliği için sanatçılar daha örgütlü bir biçimde bir araya gelip maddi problemleri için çözüm arayışına girmeli diye düşünüyorum. Sanatçı için satış odaklı bir geçim formülü ile bir yere varılamaz. Reşit Bey! Daha demin buradaydı! Yeni-İnsan ve Kadim-Doğa Akropolis Reşit İmrahor Özgür Ceren Can 1980 yılında Ankara’da doğan Özgür Ceren Can, 2003 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun oldu. Yurt içinde kişisel sergiler açtı, pek çok karma sergiye katıldı. “Akropolis” seramik sergisi, GaleriM Sanat Galerisi’nin ev sahipliğinde, 23 Mayıs- 1 Haziran tarihleri arasında izleyiciyle buluştu.
Yorumlar (0)