Zaman geçer. “İçimizden dışımızdan geçer” demiştir şair. Bu geçişi “zalim zalimane” diye nitelemiştir. Şair, Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. “Ne içindeyim zamanın/Ne büsbütün dışında” demiştir bir öteki şair. Zamanı “Yekpare, geniş bir anın, parçalanmaz akışı” diye tanımlamıştır. “Bir öteki şair”, Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Özetle: Zamanın içinde ya da dışında olsak da olmasak da, parçalanmaz bir bütün olarak içimizden dışımızdan akar, akıp geçer zaman. Zalimdir. Akışı, akıp geçişi zalimane değil de nedir!? Akmasına, akıp geçmesine engel olunamaz. Olunamamıştır. Olunamaması zalimane bir durumdur. Zamanın parçalanamaz bütünlüğünü, kendimizce parçalara ayırıp, her parçayı bir amaçla kullanmaya, bir biçimde değerlendirmeye çalışırız. Bir şeyler için zaman ayırırız. Zaman ayırmaya çalışırız. Zamanın bütünlüğünü parçaladığımızı sanırız. “Parça zamanı” iyi geçirdiğimize inanırız kimi zaman. “Parça zaman” kötü geçer zaman zaman. Kahreder. Kahroluruz. Kimi “parça zaman” kıvrandırır, kimi çok üzer. Kimi “parça zaman” çok kısadır, kimi kısa. Kimi “parça zaman” uzundur, kimi çok uzun. “Parça zamanın” boyunu anlatmak için “süre” sözcüğü kullanılıyor. Önceleri “müddet” denirdi.
Şimdilerde de az biraz “müddet” diyen var… İster “müddet” densin ister “süre”, başı sonu belli, sınırlı bir zaman parçası anlatılır bu sözcüklerle. “Süre” sözcüğü “sürmek” eyleminden türemiş. “Sürmek” sözcüğü çeşitli anlamlar taşıyor. TDK Sözlüğü bütün anlamlarını ayrıntılı olarak veriyor. Biri, “devam etmek/devam ettirmek”. TDK Sözlüğünde Türk Ceza Yasasından aktarılan bir hüküm tümcesi “sürmek, sürdürmek” ile “süre” sözcüklerinin aynı tümce içinde kullanıldığında bile ne denli farklılık gösterdiğini kanıtlıyor: “Tutuklunun bu durumunun daha sürüp sürmeyeceği belli süreler içinde Sorgu Yargıçlığınca incelenerek…” “Sürüp sürmeyeceği”, yani “devam edip etmeyeceği” ifadesinde zaman sınırsız. Süre yok. Yani, zamanın sınırı yok.
Oysa Sorgu Yargıçlığı, incelemelerini, “belli süreler içinde”, yani sınırlandırılmış zaman parçaları içinde yapacak. On-on beş gün içinde, ya da bir ay, üç ay, bir yıl vb. sürede incelemelerini bitirecek. Bitiremezse tanınan süreyi, başı sonu belli zaman parçasını aşmış olur. Eskiden “müruruzaman” denirdi; yani, zamanaşımı. Oysa süreaşımı demeli. Süreaşımı daha doğru. Çünkü aşılan zaman değil, başı sonu belirlenmiş zaman parçacığı: Süre. Yaygın olarak kullanılan deyim ise, zamanaşımı. Zaman aşılabilir mi? Hayır. Süre aşılır. Zamanın sınırı yok. Zamanın öncesi yok. “Big Bang” denilen büyük patlama ile uzayın ve zamanın ortaya çıktığı öne sürülüyor. Yapılan hesaplamalara göre, “Big Bang” günümüzden yaklaşık 13,7 milyar yıl önce gerçekleşmiş. Zaman 13,7 milyar yaşında. Şöyle diyelim: Uzayın, maddenin, evrenin ortaya çıkışıyla “Mutlak sıfır zamanın” sonlanmış olmasından bu yana geçen süre: 13,7 milyar yıl. Zamanın daha ne kadar süre akıp geçeceğini, akışının ne kadar süreceğini bilen yok. Bir takım kestirimler (tahminler) var, ama kestirim işte!.
Günün birinde zamanın akıp geçmesi durursa eğer, zaman aşılmış olur. Dünyanın sonu geldiğinde en azından dünyada yaşayanlar için zaman aşılmış olacak. Dünyanın sonu ne zaman gelecek? Bir kestirime göre, günümüzden 7,6 milyar yıl sonra dünya güneş tarafından yutulacak. İkinci bir kestirime göre, günden güne artan sıcaklık en çok bir milyar yıl sonra dünyadaki yaşamın sona ermesine yol açacak. Böylece, bu dünyanın sakinleri için zaman aşılmış olacak. Dünyadaki yaşamın ömrünü daha da kısaltacak, çok daha kısa sürede sonunu getirecek bir başka neden, büyük bir gök cisminin, bir meteorun dünyaya çarpması.
Sözü bağlayalım: Zaman aşılmaz, fakat aşındırır. Yıpratır. Yaşlandırır. Zalimliği, zalimaneliği de bu etkisindendir zaten. Zamanın bu acımasız, zalimane etkisini sözel olarak değil, görsel olarak anlatmak istersek ne yapacağız? Kısa yolu, görsel anlatım ustalarından birine başvurmak. Kırk yılın fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel, Kuşadası’ndaki tren müzesinde saptadığı görüntüyle, zamanın aşındıran, yıpratan etkisini öylesine çarpıcı olarak aktarıyor ki, sözel anlatımı gölgede bırakıyor. Üstelik, vagonun o yıpranmış, boyaları dökülmüş, paslanmış metal yüzünün bir parselini yeni bir estetikle yaşama döndürmüş. Objektifiyle soyut bir resim oluşturmuş. Aslı aranırsa, Demirel bunu hep yapageldi. “Duvarları”nı anımsayın. “İbrahim Demirel’in Duvarları” kitabı için de yazmıştım.
Demirel baktığı bir bütünden parçalar alıp her bir parçaya özgürlük ve özgünlük sağlar. Her bir parça bütünden bağımsız bir özellik, yeni bir anlam, özgün bir görsellik, soyut ama tat veren resimsellik kazanır. Bu fotoğrafında da, zamanın aşındırıcı, yıpratan, eskiten etkilerine maruz kalmış vagonun görüntüsü yeni bir anlam, özgün bir görsellik kazanmış; gerçek dönüştürülmüş, dahası yeni bir yorumla yaşama, (ya da isterseniz) zamana döndürülmüştür. Sonsuz, ölümsüz zamana döndürülmüş bir görsellik… Şair (gene Ahmet Hamdi Tanpınar) demiş ya: “Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman” Demirel’in bu fotoğrafında şairin tanımladığı zamanı görür gibiyim.
Yorumlar (0)