Yine vicdan meselesi çıkıyor karşımıza. Darbeler ve sonuçlarının sadece hukuki ve siyasi sonuçları yok. Nasıl bitsin? Onlarca idam, yüzlerce işkence ile öldürme; yargısız infaz, gözaltında kayıp yaşanmış.Cezaevleri işkencehane olmuş; ölüm oruçlarında, protestolarda can vermiş insanlar.Geri gelir mi yitirilen canlar.İnsanlık bu ve benzeri durumlarla ilgili acıları en aza indirecek ve bir daha yaşanmaması için alınacak önlemler konusunda kimi ilkeler kabul etmiş, yollar aramış ve büyük ölçüde bulmuş.’Bulmuş’ demek belki fazla ileri gitmek olur ama genel bir kabul var. Yaklaşık 40 ülkede bu tür karanlık dönemlerle ilgili gerçekler ortaya çıksın diye hakikat komisyonları kurulmuş. Çünkü hakikati bilme hakkı bir insan hakkıdır ve en başta mağdurlar bu hakka sahiptir.Geçmişle yüzleşme ya da geçmişle hesaplaşma olarak geçmiş literatüre bu tür çalışmalar.
Mağdurların adalet arayışına yanıtlar verilmeye çalışılmış. Çünkü mağdurlar insan hakları hukukunda hak sahibi kişilerdir.Geçmişte yaşam haklarına, insanlık onurlarına saldırılar olmuş.İnsanlığa karşı suçlar işlenmiş. Kendilerine, yakınlarına, topluma karşı… Şöyle bir durum var; “cezasızlık” kavramından söz etmeliyiz: Cezasızlık, ağır insan hakları ihlallerinin faillerinin bulunmaması, soruşturulmaması, kovuşturulmaması ve cezalandırılmaması halidir. Türkiye’de bu durum yaygın ve sistematiktir. Tek bir tarihsel olaydan değil, süreçten ve sistemik durumdan söz edebiliriz. Öyle olunca, bu cezasızlık halinden(durumundan) vereceğimiz örnekler sayısızdır. Ta 1915 Ermeni soykırımından, 1937/ 38 Dersim soykırımından, bütün darbe dönemlerinden, İstiklal Mahkemeleri uygulamalarından, azınlıklara 6/7 eylül saldırılarından, idamlardan, Sivas,Maraş,Çorum katliamlarından, Madımaktan, 90’lı yılların zorla yerinden etmelerinden, faili meçhullerden, yargısız infazlardan, gözaltında kayıplardan ve elbette Kürt sorunundan kaynaklı çatışma ortamından, onbinlerce insanın ölümünden söz edebiliriz.Yakın tarihlerden, mesela Roboski’den, gezi isyanında ve devamında gençlerin katledilmelerinden de söz edebiliriz. 20 yıl önceki katliamların sorumlularından, son yıllarda yoğunlaşan davaların nakledilmelerinden , fail/sanıkların tutuksuz yargılanmalarından ve beraet ettirilmelerinden de söz edebiliriz.Çok uzağa da gitmeye gerek olmayabilir: İşkence bir insanlık sudur ama cezasızlık o kadar yaygın ve yerleşik bir politika ki, çok nadir olarak işkenceciler cezalandırılır. İşte yukarıdaki paragrafta kısaca değindiğimiz konuların benzerleri başka ülkelerde de yaşanmış ve oraya geçmişle yüzleşme ve/veya geçmişle hesaplaşma kavramları kullanılmaya başlanmış(geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma kavramları için bakınız Sancar Mithat, Geçmişle Hesaplaşma, İletişim yayınları, İstanbul, 2007 ve Schlink Bernhard, Geçmişe İlişkin Suç ve Bugünkü hukuk, Dost Yayınevi, Ankara, 2012). 12 Eylül Davası, 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren o tarihteki Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile tarihteki Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’nın tutuksuz olarak yargılandıkları yargılandığı davadır. Dava Ankara 10.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/137 esas numaralı dosyası ile 18 Haziran 2014 tarihinde karara bağlanmıştır.
Cumhuriyet Savcısı 12 eylül öncesi meydana gelen bazı olaylara dikkat çeken bir mütalaa vermiştir. Buna göre, 1 mayıs 1977 tarihinde Taksim meydanında 34 kişinin öldürülmesinde otelin üst katında ateş edenler görüldüğü halde yakalanmamışlardır. Malatya’da 6.4.1978 tarihinde belediye başkanı Hamit Fendoğlu bomba ile öldürülmüştür. Ardından Alevilere ve solculara ait ev ve işyerleri yağmalanmıştır.16 mart 1978 tarihinde İstanbul üniversitesi öğrencilerinin üzerine bomba atılması olayı, 1978 Sivas olayları, 1978 Kahramanmaraş olayları, , 1979 yılı şubat ayı başında gazeteci Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, Çorum olayları, Fatsa olayları,, cumhurbaşkanlığı seçimleri, MSP’nin Konya mitingindeki provokatif eylemlerle ilgili şikayetlerin soruşturulmaması 12 eylüle zemin hazırlamıştır. Savcı, sıkıyönetim ilan edilen yerlerde de etkin önlemlerin alınmadığını, 2.ordu komutanı Bedrettin Demirel’in “ortamın tam olgunlaşmasının beklenildiği”ne dair beyanlarının olduğunu bildirmektedir.
Savcı mütalaasının 2.bölümünde, müdahale fikrinin nasıl ortaya çıktığını, uyarı mektubunu verilmesini anlatmakta ve mektubun muhtevasına mütalaasında yer vermektedir.Savcı “bayrak harekat planı”nın ne olduğunu açıklamakta ve bunun komu-tanlara gönderilmesini ve geri toplatılmasını anlatmaktadır. Savcı, mütalaanın 3.bölümünde darbe gününü ve sonrasındaki gelişmeleri özetlemektedir.
Savcı mütalaasının 4.bölümünde, hukuki değerlendirme ve sonuç başlığı altında, 1)işkence ve kötü muamele açısından eylemlerin değerlendirilmesinde işkencenin o dönemde yaygın ve sistematik olarak uygulandığını belirtmektedir.2)İç Hizmetleri Kanunu’nun 35.maddesinin darbe gerekçesi olarak kullanılamayacağını değerlendirmektedir.3)Zamanaşımı ve suç tarihi açısından ise anayasanın geçici 15.maddesinin ortadan kalktığı 12 eylül 2010 tarihinden sonra zamanaşımının yeniden işlemeye başladığı, o tarihe kadar ise soruşturma ve kovuşturma engeli bulunduğunu, o nedenle sürenin engelin kalkmasından sonra işleyeceğini bildirmektedir.
Darbecilerin geçici 15.maddeyi düzenlemek suretiyle kendilerini güvenceye aldıklarını belirtmektedir. Sonuç olarak mütalaa, eylemin anayasal düzeni ortadan kaldırma ve böylelikle o tarihte geçerli 765 sayılı Türk Ceza kanunun 146.maddesinin ihlali olarak değerlendirmiştir. Savcı mütalaasında AİHM’in Korbely/Macaristan ve Kononov/ litvanya kararlarına atıfta bulunmaktadır. Mahkeme, savcılığın mütalaası doğrultusunda sanıkların 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146/1.maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına, mahkemedeki tutum ve davranışları ve ikrarları düşünülerek 59.madde uygulanarak cezalarının müebbet hapse çevrilmesine, ceza kesinleştiğinde 1632 sayılı Kanun’un 30.(Türk silahlı kuvvetlerinden çıkarmayı öngören maddedir) ve 31.maddelerinin(bu madde uyarınca askeri rütbe ve memuriyetler kaybedilir) her iki sanık hakkında uygulanmasına karar vermiştir.
Bu makalenin yazıldığı 30 Haziran itibariyle mahkeme henüz gerekçeli kararı yazmamıştı. Bazı sonuçlardan söz edebiliriz: Yargılamalar darbeden ancak 34 yıl sonra gerçekleşebilmiştir. Ama gerçekleşmiştir. Davada darbeciler yargılanmış ve cezalandırılmıştır. Bu bir olgudur. Ama ‘12 eylül ile yüzleşme ve 12 eylül ile hesaplaşma gerçekleşmiştir’ diyemeyiz. Çünkü “12 eylül” bir kavramdır, anlayıştır ve bu kavramın ima ettiği vahim ihlaller bulunmaktadır. 50 idam, 173 işkenceden ölüm, 650 bin kişinin işkence görmesi, 15 bin kamu görevlisinin işini kaybetmesi, 30 bin insanın ülkeyi terk etmesi, 1980-1983 döneminde 675 yeni yasanın yürürlüğe girmesi gibi…Dolayısıyla, davaya bir bütün olarak geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma anlamını yüklememek gerek . Fakat bu hesaplaşmanın yapılabilirliğini göstermektedir. Bir gerekliliği, zorunluluğu ve yapılabilirliği ortaya koymuştur. Yargılanan iki kişi yerine ve onlarla birlikte çok sayıda sivil ve üniformalı görevlinin de yargılanması elbette olabilirdi.
Elbette bu dava vesilesiyle sadece ceza yargısı değil onarıcı adalet ilkeleri de işletilebilseydi. Hakikat komisyonları kurulabilseydi. Mağdurların adalet beklentisine cevap verilebilseydi. TBMM’de geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma için kapsamlı bir yasa çıkarılabilseydi. İhlaller tekrarlanmasın diye güvenceler verilebilse ve oluşturulabilseydi.Bütüncül bakılabilseydi geçmişe… 12 eylül davası vesileyle, 12 eylül anayasası ortadan kaldırılabilseydi ve insan hakları ve özgürlüklerine dayalı özgürlükçü bir anayasa ortaya konabilseydi.Ve açık net samimi bir özür dilenseydi, devlet yetkilileri tarafından. Bireylerden ve toplumdan açık bir özür dilenseydi. Suçun ne olduğu açıkça ifade edilerek dilenseydi bu özür.” Yaktık, yıktık, öldürdük, kaybettik, bir daha asla” diye açık, samimi özürler dilenebilseydi. Mağdurların adları caddelerde, parklarda, meydanlarda olabilseydi. Faillerin adları da silinseydi, cadde ve sokaklardan, okullardan, meydanlardan…
Yorumlar (0)