Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara Mon Amaour

Doğma büyüme Ankaralıyım ben ama sadık bir Behzat Ç. izleyicisi sayılmam ve Gençlerbirliği ya da Ankaragücü taraftarı da olmadım hiç –takdir edersiniz ki var böyle bir kesişen küme- ama Ankara’yı seviyorum ve çocukken sevdiğim Ankara’dan geriye pek bir şey kalmamış olsa da hafızam tamamen tahrip olana kadar belli ki sevmeye devam edeceğim.

Ankara Mon Amaour

Belki şehrimizin levanten bir geçmişi yok -üstelik de hatırı sayılır bir gayrimüslim nüfusu barındırmış olmasına rağmen- ve evet denizi de yok- ya da bir nehirle ikiye de bölünmemiş ama olsun varsın. Eskiden şehrimizde bir yazlık Ferah sineması vardı mesela, sonra Kavaklıdere şarap fabrikası ve üzüm bağları vardı ayrıca bizzat bendenizin Tandoğan’daki havuzun kenarında oturmuşluğum vardır, Emek İşhanının duvarındaki Kuzgun Acar rölyefini ( yerinden sökülüp eritildiğini biliyor musunuz) görmüşlüğüm vardır, Ankara Garındaki büfenin pek elegan buvet neonunu hatırlıyorum, Bira Fabrikasını, Süt Fabrikasını, Karınca Sinemasını, Kavaklıdere Sinemasını, Sinema 70’i ( çok tipik değil mi kuruluş tarihi belli beri yandan üç film birden’ciydi bu), Milka Pastanesini ve Set Kafeteryayı da hatırlıyorum hala. Annem ve dayım Hacıbayram’da büyümüşler. Küçükken anneannem ve dedemle giderdik Hacıbayram’a. Annem İsmetpaşa Kız Enstitüsünden, babam ve dayım Gazi Lisesinden mezun. Anneannem ve dedem her ikisi de Ulus’taki PTT Telefon Başmüdürlüğünden emekliler. Anneannem ayrıca kısa bir süre “Adliye Vekaletinde” ve yine kısa bir süre için “ ve fakat Hasan Ali Yücel’in zamanındaki Maarif Vekaletinde” çalışmış.

Şekerci Melihanımların konağında kiracı imişler, iki çocukları da burada dünyaya gelmiş. Caminin çok yakınındaki bu konağın temelini görmek mümkündü birkaç yıl öncesine kadar ve ben de bazen Kaleye çıkacağım vakit yolumu oradan geçirirdim. Bundan beş yıl kadar önce bir yakınımın cenazesi için gitmiştim, sağlık sorunları yaşadığım bir dönemdi ve nekahat evresindeydim, dolayısıyla uzun süre ayakta kalamadım ve caminin avlusuna bakan, namaza durmuş cemaate hayli yakın bir banka çöktüm. Cüppeli Ahmet Hoca kılığında bir adam eteklerini savura savura üzerime gelerek bana cennet ve cehennemin varlığını hatırlattı kibarca ama inatla kalkmadım. Ankara’nın toplumsal dokusuna da fazlasıyla nüfuz ettiğini düşündüğüm bu gerici küstahlık karşısında bugün artık zorunlu olmadıkça adım atmak istemediğim bir yer oldu Hacıbayram. Oysa anneannemin ve annemin halasının vualetlişapkaları ve şanel tayyörleriyle Posta Caddesinden aşağı seğirtirken bir fotoğra%arı var ki sanırsınız bir Avrupa başkentinde yürümekteler. Bu insanlar neredeyse bütün gençlik ve orta yaşlılıklarını Ulus’ta geçirmişler; şehrin o zamanki merkezinde-Cumhuriyetin kurulduğu ve Kalenin eteklerine doğru kamu kurumlarının bir nevi yığıldığı ya da yayıldığı alanda.

Kentli Olmak

Kentte doğmuş- büyümüş olmak yani göçmemiş olmak -kavramın tarihsel kökenine sadık kalmak ve küçüğünü büyüğünü karıştırmamak koşuluyla- aslında adlı adınca burjuva olmak anlamına geliyor. Eğer yaşadığınız şehir yeni kurulan bir rejimle aynı paralelde inşa ediliyorsa şehirleşme sürecinin kendisi sizin kişisel tarihinizin de mütemmim cüzü oluyor. Şehir sizsiniz artık ve kentsel envanter de sizdedir. Bizimkilerin kişisel tarihinde de işte Yüzüncü Yıl Çarşısı, Karpiç Lokantası, Etnoğrafya Müzesi, kumbara şeklindeki İş Bankası saati, Ulus Çarşısı, Çarşıdaki İstanbul Eczanesi, Akman Pastanesi gibi kentsel mekan ve varlıklarla Vatan Cephesi, Milli Şefçilik, antikomünizm-antisovyetizm hemhal olmuş kaçınılmaz olarak. Haddime düşmez fakat bu korporatist eğilimlerde faşizmden kaçıp gelen sevgili Alman mimarlarımızın Anadolu bozkırındaki bir kasabadan bir Gotham City dekoru yaratmaya çalışmalarının da payı var zannımca.

Mücadele Alanı Olarak Kent

Kentin ana ekseni üzerindeki ikinci meydanın ve farklı kentsel mekanların öne çıkmasında toplumsal mücadelelerdeki yükselişin payı olmuş gibi görünüyor. 1950’de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde bir hareketlilik var; aralarında Niyazi Berkes ve Behice Boran’ın olduğu akademisyenler Barış Derneği adına Kore savaşını protesto eden bildiriler dağıtırken gözaltına alınıyorlar, Siyasal Bilgiler ve Hukuk fakültesi öğrencilerinin eylem alanı da Kızılay; 27 Mayıs’tan önceki 555K eylemi Kızılay’da gerçekleşiyor, Harp Okulu öğrencileri yürüyüştedir. Sevgi Soysal henüz tutkulu perçemiyle oynamaktadır mecazen ve aslında hakikaten de Meydan sahnesinin oyuncuları arasındadır. Edebiyatımızdaki en sinematografik anlatıma sahip romanlardan birini, Yenişehir’de Bir Öğle Vaktinişehrimizde yazar. Politika gazetesinde çalışır Altan Öymen’le birlikte -büroları Emek İşhanındadır. 12 Mart’ta tutuklanır; Mamak’ta yatar Behice hanımla birlikte -Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu yazar. Çıkar Adana’ya sürgün edilir, Şafak’ı yazar. Döner Ankara’ya gelir Yürümek’i yazar, yine yargılanır. Adalet Ağaoğlu da Ankara’da yazar Bir Düğün Gecesini. Kardeşi Güner Sümer Ankara’da sahneler oyunlarını. Başar Sabuncu, Özdemir Nutku Ankara’dadır. Olağanüstü Erkan Yücel Ankara’dadır. Devrim İçin Hareket Tiyatrosu, Halk Oyuncuları ve elbette Ankara Sanat Tiyatrosu oyunlarını kapalı gişe oynar.

Türkiye’nin en özgün tarihsel kesitlerinden biri olan 1961-1971 arasındaki bu on yıllık dönem “ağaçların bile sola eğildiği” bir dönemdir ve kentsel mekanlarda da bu siyasal-ideolojik-kültürel ağırlığı hissederiz; bu dönemde aydın olmanın ön koşulu solcu olmak olmuştur.

Kişisel Tarihimde Kent

Bizimkilerin kişisel tarihlerindeki kırılma da bu dönemde ve bir mekansal değişiklikle gerçekleşmişti. Ben iki yaşındayken Küçükesat’a taşındık; burası bir kurtarılmış bölgeydi o tarihte ( Hadi söylüyorum 1970). Mahallenin çevresinde zaman zaman benim ilkokul öğretmenimin kızı ya da komşumuzun oğlu gibi kimi tanıdık olan kimini de hiç tanımadığımız “devrimci abi ve ablalarımız” nöbet tutardı. Bu ağabeylerimizden biri ve en yakışıklısı da Erdal abimizdi; Erdal abim -Erdal Ayrancı, komşumuz Mürüvvet teyzenin oğlu- 12 Eylül’de gördüğü ağır işkencelerden sağ kurtulmayı başardı, Sivas’ta katledildi. Bana kalırsa tanıdığım herkes solcu ve ya Devrimci Yol sempatizanı ya da militanıydı çünkü babam Dev-Yol’cuydu ve Tek Yol Devrim yazan bir apartmanda oturuyorduk. Babam beni arada bir bugün artık paravan bir dernek olduğundan kat’i surette emin olduğum Hemşinliler Derneğine ya da Zafer Çarşısındaki Toplum Kitabevine götürürdü. Buralarda da babama benzeyen parkalı, pos bıyıklı, çok sigara içen adamlar olurdu ve benimle bir erişkin edasıyla konuşmalarına bayılırdım.

Derken 12 Eylül oldu ve tüm o tanıdıklarım, tanıdıklarımız, sevdiklerimiz tutuklandılar, ağır işkencelerden geçtiler. İdamla yargılananlar, idam edilenler, müebbet hapse mahkum olanlar oldu. Bu yiğit kadın ve erkeklerin kişisel yokluklarının kahrediciliği bir yana toplumsal yaşamdan eşitlik-özgürlük fikriyatının hem ideolojik ve siyasal planda ve hem de örgütlülük anlamında buharlaşmasıyla birlikte tam bir dekadans/çürüme ve gericilik dönemine girdik. Bu rejim değişikliğinin de kendi kültürel kodları var elbet ve bir önceki dönemden devralınan kodlar çözülüp ayrıştırılırken yurttaşlık bilincinden de kamusal fayda, eşitlik, özgürlük, adalet fikriyatı ayıklanıyor -yerini ilanihaye piyasaya bırakmak üzere. Hani diyorlar ya Türkiye’de edebiyattan, sanattan, resimden, müzikten solu çıkarın elinizde ne kalır? Son yirmi yılda Ankara’nın uğradığı kentsel dönüşüm saldırısı ve yarattığı fiziksel tahribat artık benim de aklımın sınırlarını ve görsel belleğimi zorluyor; kentsel hafızamdan sola ait ideolojiksiyasal-kültürel kodların ayıklanması durumunda geriye bağlanacak pek de bir şey kalmıyor gibi. Ama umut tükenirse insanlık da tükenirmiş. İnsanlığın tarihsel birikiminden umutluyum ben; hem kul eliyle yapılan kul eliyle düzelir derler-siz ne dersiniz?

 *Şükran Yiğit’ten izinle

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış