Kentlerin bellekleri, gelenekleri var. Ne kadar ezilirse ezilsin, gözardı edilmeye çalışılırsa çalışılsın toplumsal hafızalarının bir ucundan yırttı mı bir kez bu geleneğin umudu, onu dizginlemek zordur artık. Ankara’nın, Tanıl Bora’nın deyimiyle “Büyük Çankırı Projesi’ne” dönüştürülmeye çalışılan yüzünün; o 3 Ankara’dan en sol, en genç, en öğrenci, en muhalif yüzünün umudunu da dizginlemek aynı şekilde zordur o vakit. Ankara’yı öğrenci haliyle, muhalif haliyle diğer şehirlerden farklı kılan bir özelliği var. O da Türkiye’de -daha çok vaktiyle demek daha doğru sanırım- bir fikirle eş tutulan bir kuruma, bir parçaya, bir üniversiteye sahip oluşu. Ankara’nın devrimle özdeş bir ODTÜ’sü, ODTÜ’nün de devrimle özdeş bir tarihi var. İdeolojilerin yok olduğu, tarihin sonuna geldiğimizi söyleyenlere inat bugün hala ısrarla Ankara’nın bir yerlerinde yılda bir kez de olsa, bir inada, devrime çağırarak yürüyen gençler varsa Badiou’nun Komünist Hipotezi için de umut var demektir öyleyse. Bu geleneğin sürdüğü, ODTÜ’nün yürüdüğü bir yağmurlu baharı daha geride bırakırken aklıma düşen Beckett’ten bir dize: “Yine dene, yine yenil, daha iyi yenil...”
Eğri oturalım doğru konuşalım: özgür, eşit, adil ve “yarin yanağından gayrı herşeyde hep beraber” diyebilecek bir sokak siyasetinin imkanları benim gibi 90’ların başında çocuk olmuşlar için çok umut verici değildi. Serbest piyasanın serbest çığlıkları, yeni sağın sokakta artan muhafazakarlığı ve devrim fikrinin tarihe ait mitolojik bir hikaye olduğu görüşünün baskın olduğu sokaklarda geçen bu dönemin inişleriyle çıkışlarıyla günümüzde de derinleşerek devam ettiğini söylemek yanlış olmaz sanırsam. Bütün bu hegemoninin orta yerinde, bozkırın orta yerinde hala her yıl (inanıp inanmadıklarından bağımsız olarak) bir grup gencin, Ankara’nın tarihine selam çakar şekilde, değişen ve dönüşen muhalefet biçimleriyle bir idea’nın peşinden gitmesi bence Ankara’yı Ankara yapan mühim noktalardan bir tanesi. Öyleyse devrim bizler için bir gerçekten öte sürekli denenmesi gereken bir hipotez. Denenmesi ve gerekiyorsa uğrunda yenilinmesi gereken bir hedef. Sürekli ve devamlı yürünecek, kendimize sorular sorarak yürüyeceğimiz bir yol Ankara’da devrim. Zizek’in alıntıladığı şekliyle Alain Badiou bu “Komunist Hipotez”i terketmeyin diyor ve ekliyor: “Bu hipotezi terk ettiğimiz anda artık kolektif eylem alanında herhangi bir şey yapmamıza değmez. Bir filozofa tarihsel ve siyasal oluştaki hiçbir şey komünizmin ufuk çizgisi ya da bu idea olmaksızın ilginç gelmez. Bununla birlikte idea’ya ve hipotezin varoluşuna bağlanmak, onun mülk ve devlete odaklanmışilk gösteriliş biçiminin olduğu gibi korunması gerektiği anlamına gelmez. Aslında, bize felsefi bir görev hatta bir sorumluluk olarak yüklenen şey, hipotezin varoluşunun yeni bir kipinin hayat bulmasına yardım etmektir.
Yeni bir kip, yeni bir hayat. Ankara’nın Devrim’inin aradığı bugün bu olmalı muhakkak. Devrim fikri olmadan, topyekün ve birlikte yeni bir hayat, yeni bir Ankara yarat(a)madığımız, bunun için uğraşmadığımız sürece o devrimin de gelmeyeceğini bilmemiz gerekir. Ursula K. LeGuin’in Mülksüzler’deki o muhteşem pasajını hatırlamamız gerekir öyleyse Ankara’nın Devrim’ini düşünürken: “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”
Ankara, o genç, muhalif, öğrenci haliyle en güzel geleneğini, devrim fikrini korumaya devam etmeli o halde. Sadece varolan siyasete inat değil, ona rağmen bir imkan ve ihtimal olarak, en şenlikli haliyle o devrim düşüne inanmayı sürdürmeli öyleyse. Ankara’nın en güzel geleneği, en güzel sokak siyaseti ancak böyle devrim olmamızı sağlayacaktır. Bırakın Ankara’nın Devrim’i bizi, şehri, ülkeyi ve gezegeni dönüştürme fırsatını zihinlere bir kez daha eksin. Bahar yağmurundan sonra muhakkak güzel, güneşli günler yeşerecektir.
Yorumlar (0)