Haziran ayında bir İstanbul gezisinde Kamp Armen’i ziyaret etme imkanımız olmuştu. Kamp Armen Tuzla’da yüksek duvarlı villaların arasında, bahçesiyle, küçük havuzuyla ayakta kalmaya çalışıyor. Bahçede, gönüllü kalan arkadaşlar ve kampın ziyaretçileriyle kısa bir tanışmadan sonra, hemen sohbetlerine dahil olduk. Ziyaretçilerden biri de bence kampın asıl sahiplerinden biri olan Armen Dikmen Papuççiyan’dı. Armen, okurken iki yaz tatilini bu kampta geçirmiş. Bizim için ziyaretini biraz daha uzatarak, kampını anlattı tüm içtenliğiyle.
‘’Yaz olduğunda herkes köyüne ya da geldiği yere geri gittiğinde hem lisanını unutmuş oluyordu, hem de hastalık kapıp geliyordu. En önemlisi de okuldan ve derslerden kopukluk olduğu için böyle bir yeri düşünmüşler, sağ olsunlar. Asıl okulumuz Kumkapı’daydı. Okul bitti Diyarbakır’a gittim evimiz yıkılmış, evlenip geldim İstanbul’a okulumu göreyim dedim okulumuzun yerinde yerler esiyor, çok üzülmüştüm... O anki duygumu anlatamam. Şimdi her geçişimde üzülüyorum bizim okulun karşısındaki Tevfik Kut İlkokulu duruyor ama bizim okul niye yok... Otopark oldu şimdi oralar.
Çok öğrencisi vardı, yalnız Anadolu’dan değil İstanbul’dan gelenler de vardı. Biz 16 kız Rakel’lerle aynı evde kalıyorduk, Matmazel bakıyordu bize... Aile ortamı gibiydi, eğer ailemizi aramadıysak bu zaten bir sevgi ve güven ortamı olduğundandı.
Kampta yazlarımızı geçiriyorduk, yaz okulu gibi oyunlar oynuyor, kitaplar okuyor, jimnastik, yüzme gibi faaliyetlerle zamanımızı geçiriyorduk. Etüt de vardı ama ben okulun başarılı öğrencilerinden olduğum için benim öyle bir tasam yoktu... Okulun birincisiydim. Okulumuz çok disiplinliydi, akşam dokuz dedin mi herkes yatardı. Ama ben Anadolu’dan gelmişim, üç dört lisan birden öğreniyoruz zorlanıyorum, bir de hırslıyım. Derslerimi yetiştiremezdim çoğu kez tuvaletin ışığını açar, kapıdan sızan ışıkla derslerimi bitirirdim. İlkokulda İngilizce ve Ermenice, ortaokulda Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Ermenice öğreniyorduk. Gönüllü öğretmenler çoktu. Bizden büyükler mesela Hrant, Rakel bize ablalık ağabeylik yapıyorlardı, biz de bizden küçüklere yardımcı olurduk, banyolarına yardımcı olurduk mesela. Hiçbir şeyi dışarıdan almazdık, kampın arka tarafı buğday tarlasıydı, ineklerimiz vardı. Burası cennet bahçesiydi cennet...
En son gelişimde eşimle beraber gelmiştik, havuzda kırmızı balıklar vardı hatırlıyorum ve onlar hep hayalimdeydi. Onları görürsem tamam burada hayat var hala diyecektim... Ama yıkımdan sonra balıklar yoktu havuzda. Hayal dünyamda öyle bir yıkım oldu ki anlatamam. Sonradan öğrendim ki yıkım sırasında balıklara bir şey olmasın diye çevre esnaf almış onları, duyduğumda çok sevindim.
Bu kampın ismi de Armen, benim adımla aynı olunca benim için özel zannediyordum. Kampın yapımında içlerinde Hrant’ın da olduğu ağabeylerimiz çalışmış, biz hazıra konmuştuk aslında... Yani güzelliğini bizler yaşadık. Cumartesi günleri yeşil mercimek çıkardı ve ben çok severdim ama o birbirine yapışmış peynirli makarnalar hiç gözümün önünden gitmez...
Biz sekiz kardeşiz ama iki kardeş Kamp Armen’de yetiştiğimiz için diğerlerinden çok farklıyız, daha dokuz yaşında ben ayaklarımın üzerinde durmaya başlamıştım bu sayede...’’
Elif Koca
Yorumlar (0)