Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Aynanın Gözü: Hani aynaların dili olsa da konuşsa, derler ya...

Ardı ardına ikisi de aynı dönemleri anlatan iki romanı okudum, geçenlerde. İkisi de hapiste yazılmış, iyi kurgulanmış, keyifli romanlardı. İkisinde de kendime, geçmişime ait şeyler buldum.1 “Aynanın Gözü”, 80’lerde Ankara’dan İstanbul’a gelen üniversite öğrencisi bir gencin, dur durak tanımayan mücadelesini, aşklarını, arkadaşlıklarını anlatıyor.

Aynanın Gözü: Hani aynaların dili olsa da konuşsa, derler ya...

Romanımızın kahramanı, Deniz Harp Okulu öğrencisi. YÖK’e karşı Öğrenci Derneklerinin eylemlerine katılıyor. İlişkide olduğu gençler, 12 Eylül’ün karanlığı yeni yeni yırtılırken, siyasi dergilerin çevrelerinde örgütleniyorlar. Behice Boran’a, Boran’ın yeni partisi TBKP’ye sempati duyuyor.

Tanıtımında bir aşk romanı olduğu söyleniyor, belki kurgusu aşk üzerinden çatılmış ama yazarının da söylediği üzere roman aslında bir otobiyografi çalışması. Yazılı kaynak eksiği olan bir döneme ışık tutuyor. 1960’lar, 1970’lerdeki öğrenci gençliğinin hikaye edildiği yazılar, belgeler, hatta kitaplar bir hayli çok. Ama 12 Eylül sonrası üniversite gençliğinin mücadelesi konusunda hikaye edilmeyen, anlatılmayan ne çok konu var? Aynanın Gözü işte tam o dönemleri de anlatan bir eser. Roman bir otobiyografi denemesi olduğuna göre, yazarı Sencer Başat’ı tanıtmak o dönemde neler yaptığını biraz daha detaylandırarak anlatmak lazım. Sencer Başat Kimdir? Aynanın Gözü’nün yazarı, Sencer Başat’ı, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nden de tanıyoruz. Uzun süredir Ankara’daydı. Dernekteki işinden ayrıldıktan sonra Datça’ya yerleşti.

 Datça’da Mülkiyeliler Birliği’nin Cinsiyet Krizi ile ilgili bir toplantısı var. Onun da ilgi alanı aslında. Toplantı öncesinde buluşuyoruz ve sohbete başlıyoruz. Sencer Başat’ı kendi ağzından anlatmasını istiyorum. Başlıyor anlatmaya. 1968’de AnkaraKeçiören-Kalaba’da doğmuş, Kalaba’dan Seyranbağları’na taşınmışlar. Seyranbağları’ndaki evinden/yaşamından bahsederken, kurduğu arkadaşlıklardan, yaşadığı mahallenin güzelliklerine kadar aklında kalanları heyecanla anlatıyor. 1982’de Heybeliada Deniz Lisesi’ne gidişini: “Nazım’ın okuduğu sıralarda okumaya gittiğini”, söylerken açık bir gurur var sesinde.

Ankara’yla ilişkisi Deniz Harp Okulu’ndan (Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden) Üsteğmen olarak ayrılmış olmasına rağmen lisansüstü eğitimini sürdürürken de gidip-gelmelerle çok uzun süre sürmüş. İstanbul Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Merkezi’nin açılması için çok çaba harcamışlar. Merkezde eğitim alan ilk erkek tez öğrencisi Sencer Başat olmuş. Lisansüstü tezi, Kadın ve Sığınmacılık üzerine. Tez hocası, Nermin Abadan Unat.

Nermin Hanım’dan söz ederken de haklı bir gurur okunuyor gözlerinden. Kısa bir süre, Karamürsel, Yalova’da hizmet etmiş. Sonra 2012’de emeklilik sonrası tekrar Ankara’ya dönmüş ve LÖSEV, SGDD gibi kamu yararına vakıf ve derneklerde görev yapmayı tercih etmiş. Sencer Başat’ın her koltuğunun altında birkaç karpuz büyümüş: Denizci, asker, elektronik mühendisi, akademide açılan ilk merkezlerden birinde kadın ve göç uzmanlığı, şair, öykücü, roman yazarı, çevirmen, subay, mahpus, maraton koşucusu, lojistik ve tedarik sorumlusu, dernek/ vakıf gönüllüsü…

Saymakla bitmiyor. Balyoz ve Casusluk davasındaki suçlamalara değiniyorum. Acı bir gülümseme yapışıyor ağzının kenarına: “2 kere tutuklandım, 4 ayrı hapishanede yattım” diyor. “Üstelik” diyor ,“90’lı yılların başında açılmaması için mücadele ettiğimiz F Tipi cezaevi deneyimim de oldu”… Fethullahçıların okulda da önemlice bir yer kapladığını ve kendisini ve kendi gibi olanları eskiden beri izlediklerini söylüyor. “İlle de cezalandırılmamız gerekiyordu, onların daha etkin olmaları için” diyor. Fethullahçı savcılar tarafından ayarlanmış/uydurulmuş delillerle, suçlanmanın acısı yansıyor yüzüne. “Ancak dijital olarak sunulan delillerin teknik incelemeyle kolaylıkla sahte olduğu, ayan beyan ortaya çıkartılınca, en kolay çözülen dava oldu bizimkisi” diyor ve yüzünün akıyla çıkmanın rahatlığı kaplıyor tekrar yüzünü.

“Balyoz’da ya da Casusluk davalarında yargılanan birçok arkadaşımız, aslında askeri darbelere karşı olan insanlardık” diyor ve adaletsizlikten, hukuksuzluktan söz ediyoruz, biraz daha. Cepheleşmenin had safhalara vardırıldığı zamanlarda, toplumun farklı kesimlerinde, peşin hükümlerle, stereotiplerle, toptancı yaklaşımlara sahip olmamıza yanıyoruz ikimiz de. Boran’ın fikriyatı ile tanışmasını soruyorum, bir kez daha, tarihi merak ederek. TİP’le TKP’nin TBKP’de birleşme periyoduna (1986-87) dayandığını söylüyor. Aynı dönemde Asım Bezirci ile hem edebiyat alanında hem de siyaseten yol arkadaşlığı yaptığını ve edebiyata dair ne çok şeyler öğrendiğini anlatıyor ustadan. Bezirci’nin YAZKO’dan çıkan o büyük hacimli şiir antolojisi aklıma geliyor, hatırlatıyorum. İkimizin de aklına Asım Hoca’nın da öldürüldüğü 2 Temmuz 1993 Sivas Kıyımı düşüyor belki de; bir süre susup sessizce oturuyoruz.

Sonra 1987 Nisanında Öğrenci Derneklerinde örgütlenen üniversite öğrencilerinin YÖK karşıtı kampanyasını konuşuyoruz. Daha doğrusu, Sencer Hocam, heyecanla anlatıyor. Senelerce sonrasından, aynaya bakarken, 20’li yaşlarını yeni yeni sürerken yaşadıklarını hatırlıyor, tıpkı romanındaki gibi: 1988 Nisanında çevresindeki yakın arkadaşlarının gözaltına alınmasını, tutuklanmasını, 1988 Bahar Eylemlerinde işçilerin de açtıkları ikinci cephe ile mücadelenin kızışmasını ve 12 Eylül’ün o baskıcı atmosferinin dağıtılmasını hatırlatıyor. “Aynanın Gözü”nden bakıyor ve düşe kalka yaşadıklarını roman formatında anlatıyor. “Zor olmalı diyorum, solcuların arasında asker; askerin arasında solcu olmak”. Gülüyor, “gel bir de bana zor cinsinden”.

Ne zamandan beri edebiyatla uğraşıyorsunuz? Dergilerden konuşurken edebiyatı uğraş edinmesine geliyor söz. Sencer Başat birçok ödül almış. Çorlu Kültür ve Sanat Derneği tarafından düzenlenen 7’nci Uluslararası Şiir Yarışması’nda, 2015 ve 2016 yılında Adnan Yücel öykü ve şiir yarışmalarından ödüllerle dönmüş. Eskişehir Yunus Emre şiir yarışmasından, Eğitim-İş Sendikası’ndan da ödüller almış. Ben en son Ümit Kaftancıoğlu Öykü ödüllerinden birini kazandığını da biliyorum. Kaftancıoğlu, Köy Enstitüsü mezunu. Derlediği türküler ve TRT için hazırladığı yapımları hatırlayarak yad ediyoruz. Ümit Kaftancıoğlu, 12 Eylül’e uzanan dönemde faşist cinayet şebekeleri tarafından öldürülmüş ve faili meçhul olarak kalmıştı. Sencer’in edebiyatta ilk ilgi alanı şiir, hayatında hep olmuş.

Ümit Kaftancıoğlu ödülünü almak, Sencer’i çok mutlu etmiş: “Kaftancıoğlu Ardahanlıdır, kış ve kar kokan öykülerinde yoksulluğu ama illa da umudu anlatır, beni de çok etkilemiştir” diye anlatıyor. Okul sıralarında şiirler yazmış, ilk İnsancıl Dergisi’nde yayımlanmış şiiri 28 yıl önce. “İnsancıl, benim okulum oldu” diyor. Varlık, Defter, Evrensel Kültür gibi dergilerde de şiirleri yayımlanmış. “Emekliliğimden sonra Haziran Direnişi için yazdığım şiirle ilk ödülümü almıştım” diye sevincini paylaşıyor. Dergilerinde yayımlanan şiirlerinden söz ediyoruz. Sağlam bir nazım temelinin, nesir türünde yazarken de yol/ yöntemi kavramasında nasıl da etkili olduğuna dair görüşünü paylaşıyor. Ama yine de şiirlerinin, öykülerinin ya da romanlarının da kitaba dönüşmesi, uzun mahpusluk döneminde olmuş. İlk 3 kitabı şiirlerinden oluşuyor. İlk kitabı “Beyaz Gül Belirsizliğinde” 2002’de yayınlanmış, eşi Ayşegül’e adanmış. İkinci kitabı da şiirlerinden derlenmiş, aslında tek bir şiir farklı bölümlerden oluşmuş, 60 küsur sayfa. Balyozname: 3. şiir kitabı.

Arkasında Harp Okulu’ndan arkadaşı, Ali Tatar’ın ağabeyi Ozan Ahmet Tatar’ın dizeleri var. “Öznesini Yitiren Öyküler” ise ilk öykü kitabı. İçerideki günlerini konu etmiş sarsıcı öyküler. Yayımlanmış son kitabı: Aynanın Gözü. Zaten çokça söz ettik. İstanbul’daki gençlik günlerini anlatmış. Sencer Başat’ın Sığınmacı ve Göçmenler üzerine çokça çalışması var, özellikle de kadın sığınmacılar üzerine. Bu notlarını da derleyip toplayıp kitap yapmayı planlıyor. Ayrıca uzun öykülerden oluşmuş bir kitap daha var sırada. Çalışkan ve maharetli bir yazar Sencer Başat. Sencer Başat, Ankara’dan sonra artık Datça’da yaşıyor.

 Datça, bilinçli bir tercih. “Her zaman aradığım huzur ve güveni burada bulabileceğime inandığım için geldim” diyor. Sencer Başat’a rahat yok biliyorum, üretkenliğine gıpta ediyorum, o hiçbir zaman boş duramıyor, sürekli çalışmayı, ürün vermeyi seviyor. Ben de -Datça’ya yerleştiğimden olsa gerek- Datça’da aradığı huzur’u bulacağına inanıyorum. 1 Sözü edilen romanlar: İdris Balüken’in “Üç Kırık Dal” ve Sencer Başat’ın “Aynanın Gözü” romanları. İkisi de aynı dönemi anlatan romanlar, ikisi de yazarlarının hapiste olduğu zamanlarda yazılıp, bitirilmiş, benzerlikleri kadar farklılıkları da bir hayli çok olan romanlar. Bu karşılaştırma da başka bir yazının konusu olsun.

Yazar Aydın Bodur

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış