Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bu Yangınlar Tesadüf Değil, Tercih!

Bugün, her zamankinden daha fazla, adaletsizliklerle dolu bu sistemin değişmesi gerektiğini görüyoruz. Muhalefetin, bu adaletsiz sisteme karşı topyekûn mücadele etmesi, örgütlü bir direnişi örmesi ve ardından halkı yoksullaştıran, insanı toprağından eden bu sömürü düzenine son vermesi gerekiyor. Bu durum, sadece bugünü değil, gelecek nesillerin yaşamını da tehdit ediyor. Doğanın ve emeğin sömürüsüne dayanan bu sistemden bir an önce kurtulmalıyız!

Bu Yangınlar Tesadüf Değil, Tercih!

Yurdun dört bir yanını saran yangınlar, ormanlarımızı, ekolojik dengeyi ve yurttaşlarımızın yaşamını tehdit etmeye devam ediyor. Peki iktidar, bu felaket karşısında nasıl bir tutum sergiliyor? Bakanlar, alevler ormanları yutarken lüks teknelerde geziyor, yürüyüşleri esnasında açıklamalar yapıyor. Ayrıca, Sayıştay'ın raporuna göre, 2012-2023 yılları arasında Orman Genel Müdürlüğü'nün hava aracı alımı için 311 milyon dolar ve 700 milyon TL harcandığı halde tek bir hava aracı alınmadığı ortaya çıktı. Bu tablo, gerçekte kimin çıkarlarını savunuyor?

Cevap aslında çok net: Son 23 yıldır olduğu gibi, yönetim anlayışı sermayenin yanında yer almayı sürdürüyor. Yangınlara etkili müdahale edilememesi, orman alanlarının rant uğruna feda edilmesi ve iklim krizine karşı samimi adımlar atılmaması, bu tercihin acı sonuçlarından sadece birkaçı. Oysa gerçekten demokratik bir yönetim anlayışı, doğayı ve halkın yaşam hakkını sermayenin çıkarlarının önüne koyardı. 

Bu yangınlar yalnızca ağaçların değil, aynı zamanda kamu yararı ile özel çıkarlar arasındaki mücadelenin de bir yansıması. Bir yanda doğayı ve toplumsal faydayı açlık grevleriyle savunanlar, diğer yanda kâr hırsıyla hareket edenler var. Sorunun kökenine inmeden, yalnızca göstermelik tedbirlerle yangınlarla mücadele etmek mümkün değil. Çözüm, doğayı ve emeği sömüren bu düzenin değişmesinden geçiyor.

Yangınlarda Can Kaybı Kader Değil, İktidarın İhmali!

2021'in kavurucu yangınlarında Azerbaycan'ın gönderdiği ekipler, ileri teknoloji ekipmanları ve eğitimli personeliyle mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiğini tüm çıplaklığıyla gösterdi. Ancak aradan geçen dört yılda, ülkemizdeki itfaiye çalışanlarının hâlâ ne denli yetersiz koşullarda mücadele ettiğini bir kez daha görmüş olduk. Eğitim eksikliği, teknik donanım yoksunluğu ve önleme politikalarındaki aksaklıklar, her yıl onlarca can kaybının yaşanmasına neden oluyor. Bu durum, derin bir hayal kırıklığı yaratıyor. 

Son dönemde, yangınlarda hayatını kaybeden emekçilerin ardından bile siyasi söylemlerini dayatmaya çalışan iktidar temsilcileri, toplumun vicdanını yaralamaya devam ediyor. Oysa yangınla mücadelede altyapının güçlendirilmesi, itfaiyecilerin hak ettiği çalışma koşullarına kavuşturulması ve acil önlemlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Ne var ki sorumlular, yıllardır yaşanan can kayıplarını “kader” söylemine indirgeyerek asıl meseleyi göz ardı etmekte ısrarcı. 

Yurttaş olarak, bu yangınlarda kaybettiğimiz her bir canın ardından gerçek çözümler talep etmek en doğal hakkımızdır. Bu acıların bir daha yaşanmaması için gerekli adımlar ivedilikle atılmalıdır.

Sermaye Söndürmez, Sömürür!

Yeni düzenlenen iklim yasası, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, sermaye sınıfının çıkarlarını gözetiyor. Ormanlar alevler içinde kavrulurken, yetkililer seyretmekle yetiniyor. İktidar ve sermaye ortaklığı yangınların ekolojik yıkımını fırsata çevirirken, halk yangınla kendi imkânlarıyla mücadele etmek zorunda bırakılıyor. 

Kepçesini yangın bölgesine götürdüğü için işten çıkarılan, damacanalarla elden ele su taşıyan, zorlukla temin ettiği yakıtla traktörünü yangına süren köylülerin topraklarından koparılmasının tek bir açıklaması var: Hem doğanın talanı hem de yangınlar sınıfsaldır.

1923-2002 yılları arasında verilen maden ruhsatı sayısı 1.186 iken, 2008-2023 döneminde bu sayı 386 bine çıktığı görülüyor. Özellikle Bursa’da yangın çıkan bölgenin, ÇED raporu gerekli görülmeden maden sahası ilan edilmesi, sermayenin yeni talan alanları aradığının açık bir göstergesidir. Bu ülkede sermayenin doymak bilmez iştahı hâlâ dinmedi mi? Daha kaç orman yanacak? Yanacak orman, talan edilecek toprak kaldı mı? Oteller, madenler, rant projeleri… 

Bugün, her zamankinden daha fazla, adaletsizliklerle dolu bu sistemin değişmesi gerektiğini görüyoruz. Muhalefetin, bu adaletsiz sisteme karşı topyekûn mücadele etmesi, örgütlü bir direnişi örmesi ve ardından halkı yoksullaştıran, insanı toprağından eden bu sömürü düzenine son vermesi gerekiyor. Bu durum, sadece bugünü değil, gelecek nesillerin yaşamını da tehdit ediyor. Doğanın ve emeğin sömürüsüne dayanan bu sistemden bir an önce kurtulmalıyız!

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış