Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Dil ve Katılık

Ormanın en sık yerinden maceraya daldılar ve iz açılmamış yollarda deneyimin peşine düştüler.’

Dil ve Katılık

Dilin kemiği yoktur atasözünü içselleştiremiyorum; çünkü bence dil bazen öyle kemikli, öyle hantal, öyle ağır, öyle sabitleştirilmiş anlamlarla yüklü olabiliyor ki, hiç de tutulamaz, özgür bir şey gibi gelmiyor. Bu yüzden yakın hissettiğim metinlerde dil ya ikinci planda kalıyor, anlam başka aralıklardan sızıyor ya da o kadar yalın kullanılıyor ki kendimi başka birinin evreninde buluveriyorum.

Ancak disiplinler komşu disiplinlerle kesişim kümeleri bulunan kavram kümeleri içinde kendi kelimelerine sahipler. Örneğin kent-sel, bellek, betonlaşma, kentlilik, hegemonya, dönüşüm... Sık sık kendimi bu kelimeleri hunharca kullanırken bulduğumda bir hocamın sözlerini hatırlamaya çalışıyorum: Her şey kendini negatifi ile birlikte var eder. Bir şeyin tam zıttı o şeyin var oluş biçimlerinden biridir. Öyleyse olumsuzlamakla olumlamak arasında yöntem olarak pek fark yoktur.

Kelimelerin katılığı ile farklı biçimlerde sürekli karşılaşabiliyoruz. Örneğin ben yolumun üzerinde olmasına, hatta benim için bir kestirme yol oluşturmasına rağmen Gezi Park’ını o kadar az kullanıyordum ki... Okuldan arkadaşlarım da nadiren kullanıyordu. Kullanılmamasının nedenleri vardı. En önemli nedenlerinden bir tanesi parkın, gece eve gitmeyenlerin ve de evsizlerin uyuma yeri olmasıydı. Bugün Abdi İpekçi Parkı nasıl bir grup mülteci ve sokaktan hayatını kazanan insanın toplanma, dağılma, ateş yakma, yemek yeme
yeri ise; nasıl sokak köpeklerinin kullandığı bir sığınak bölgeyse, bir yaşam ortamıysa Gezi Parkı’nın da önemli bir bölümü uyumak için kullanılıyordu. Bir dernekteki arkadaşlarımın daveti üzerine, mezun olduktan sonra
iki liraya taze yaprakla demlenmiş ada çayı içtiğimde kendimi parka ait hissetmeye başladım. Direnişten önce, parkın ‘atıl’ ve ‘kullanılmayan’ durumu -belki de parkın içinden bile geçmeden- tartışılıyor ve söz dönüp dolaşıp kelimelerin birbirini yakalayıp tuttuğu sabit cümlelere dönüşüyordu. Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma diyince söz bitiyor ve derinliğinde bir şeyleri hissedemeden bunun üzerine konuşuluyor, yazılıyordu. Oysa dil bu kadar zalimce kemikli olduğu için Saraçoğlu mahallesi sakinleri Uçan Süpürge Forumu’nda mahallelerini dönüştürmek

için yarışma başlığı altında bir araya gelen, akslar, yollar tasarlayan çalışkan mimar ve plancılara soruyordu: Neyi dönüştüreceğiz?

Kuğulupark’taki duvar tartışmalarında geçen ‘kentsel bellek’ sözüne her rastladığımda tıpkı mimarlık okurken sık sık önümüze kelimeler koyulduğundaki gibi hissettim. Kentsel bellek nasıl bir şeydir? Bellek yerine başka kelimeler koyabilir miyiz? Bellek kime/neye ait ve ne şekilde aidiyet buluyor? Bu soruya cevaplar üretmek yerine, yazıyı -sürecin bir kısmını buraya olduğu gibi not etmek için- farklı insanlarla aramızda geçen konuşmaları dökerek sonlandırmak istiyorum.

DUVAR DİYALOGLARINDAN ALINTILAR
7.
X: Ne oldu duvar konusu haberin var mı?
W: Bilmiyorum ki, iş yüzünden takip edemedim, ne oldu? X: Sadece karanlıkta görünen bir boya varmış ama

galiba boyanın görünmesi için zifiri karanlık olması gerekiyormuş...

6.

U: Bence duvarın bu hali çok beğenilebilir, ya da hiç beğenilmeyebilir, siyah olabilir, olmayadabilir, ama bence önemli olan AsiKeçi’nin tavrıdır. Bence nötr kalmalıydı, tartışmalara girmemeliydi.

Y: Anlıyorum, ama anlattığım gibi, daha ortada hiç bir şey yokken verilen tepki o kadar kötü bir dile sahipti ki, zaten tartışmak, sorgulamak için değil, saldırmak için gibiydi... Ben de duvarın boyanmasının bazı insanları üzdüğünü görüyorum. Ve bunu önemsiyorum. Belki süreç daha farklı ilerleyebilirdi. Son haftalarda geniş katılım sağlanamadı. Belki tartışılır ve uzlaşılırdı.

5.

V: Ama böyle bir konuda uzlaşma olamaz ki... Bir taraf başka bir şey hayal ediyor diğer taraf buna karşı çıkıyor. Ve olmayan bir şey üzerine garip bir tartışma geçiyor. Zaten tüm tartışmaların bir sonuca ulaşma çabası oluyor; oysa bir sonuç yok, olmamalı...

Z: Evet belki de haklısın. Bana bu bellek kelimesi çok tehlikeli görünüyor. Bellek demek geçmiş demek değil. Şimdi var olan ‘geçmiş’ yani geçmişi senin geri çağırma

şeklin bellek belki de...Avareler de resimde bunu hayal ettiler: Şimdi var olan duyguyu resmettiler. Ve resmi boşluklarla kurguladılar.

4.

K: Kentsel hafıza sözünü garipsiyorum; bir şey bir kez olur, Gezi bir kez oldu, duvar bir kez boyanır, ikinci boyama başka bir şeydir. Doğum günleri, yıl dönümleri bunlar garip şeyler... Ama duvarın yeni hali bana iyi hissettirmedi; peşinden yazılanlardan dolayı belki.

L: Vandal kelimesi kullanılmasa iyi olacaktı. Karşıyı suçlamak yerine sadece olanı biteni anlatmak yeterliydi...

3.

M: Açıkçası şöyle oldu: Trollendik... Ve insanlar bunun rüzgarına kapıldı. Duvarı eski haliyle hatırlıyorlardı, oysaki duvar başka bir haldeydi...

2.

N: ... Mesela direnişte en kritik noktada kalan Kızılayda’ki duvarın bu üçüncü resmi ve Kuğulu’daki duvar da böyle bir hayalle boyandı.

O: Ben de o duvarın ne zaman konuşulduğunu, neden o duvar olduğunu hatırlamıyorum. Ama hiçbirimizin ‘aa o duvar evet gezi duvarı’ demediğini biliyorum,
o duvar oluşuna şaşırmadığımızı...Keşke buna karşı çıkanlar forumlarda katılım sağlayıp, yapılacak işe tepki gösterselerdi.

1.

P: Ben siyahı da tasarımı da sevdim, zaten birinin işine karışmak juri olmak çok garip bir durum...

R: Bence sorun rengi ya da eski duvarın ne kadar ve nasıl kapatıldığından çok birdenbire temiz bir yüzey görmek; ama onun kirletilmek için oluşturulduğunu görmemek... Açıkçası yazılanlar üzerinde duvarı ilk gördüğümde garip hissettim ama kirlenince çok sevdim.

0.

S: Dış göz olmak da önemli, çünkü kabul etmeliyiz kendi kendimizin bile dış gözüyüz sürekli... İnternet öyle bir yer...

T: Bu noktada benim bakış açımı etkileyen şey birşeyin içinde yer almak ve hareket etmek... AsiKeçi ile tanışıp sokakta iş üretmeye girişmeseydim, Kuğulupark’ta bunları tartışmasaydım Ankara başka bir yer olurdu.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir