Bir kente dışarıdan bakınca, onu tanımak için ne yaparız? Aynı bir insana baktığımızda, onu nasıl tanımaya çalışırsak, kenti de öyle tanımaya çalışırız. Bir kent elbette, bir insan göre çok büyüktür ve kavranması çok daha zordur. Ama o da aynı bir insan gibi yaşayan bir organizmadır. Onun da kendine göre bir karakteri, bir ruhu vardır. Bir insan çok karmaşıktır ve bir ömür boyu çaba sarf etsek bile, bir tek insanı tam olarak tanımayı bile başaramayabiliriz.
Kentler de çok karmaşıktır ve onu da, bir ömür boyu uğraşsak da, tanıyamayabiliriz. Bir insanı tanımak için, ilk bakışta, davranışlarında neleri görmeye çalışırız? Bu insan karşısındakilere karşı saygılı mı? Size fikrinizi söylemek için fırsat bırakıyor mu, yoksa durmadan ne yapacağınızı belirlemeye mi çalışıyor? Size ne düşündüğünüz, yapacağınız konusunda seçenekler sunuyor mu? Davranışları ölçülü mü? Esprili mi? Samimi mi? Şefkatli mi? Davranışlarıyla sizin yaşamınızı kolaylaştırmak için bir çaba gösteriyor mu? Sizi ya da diğer insanları, farklılıklarınızdan ötürü ötekileştiriyor mu? Size ayrımcılık yapıyor mu?
Bunun gibi birçok şey işte… Bakarsınız, ne ifade ediyor bu insanın anlattıkları? Aynı şeyler, bir kent için de geçerlidir. Bir kentin davranışlarına ve o davranışlarının kent mekanında somutlaşmış göstergelerine, düzenlemelerine bakarak, kentin nasıl bir kent olduğuna, aranızdaki ilişkinin nasıl olacağına dair bir sezgi, bir karar oluşturursunuz yavaş yavaş. Bazı kentler, bütün farklılıkları kabul etmeye ne kadar hazır olduklarını hemen gösteriler. Bazılarının ise kendini beğenmişlikten ve burnu büyüklükten ötürü, gözü sizi görmez bile.
Yeni tanıdığınız bir kent üzerinde düşünürken, belki de en çok, o kent kendi kimliğiyle ve kendi davranışlarıyla sizi yabancılıyor mu, yabancılaştırıyor mu, size farklı davranıyor mu, farklı davranıyorsa da, “sizi diğer insanla eşit gördüğünü gösteren bir yan var mı, davranışında bir şefkat, bir anlayış bir kabulleniş var mı?” diye bakarsınız. Yoksa “sizi itiyor mu, sizi öyle kolay kolay kabul etmeyeceğini gösteren bir durum, ya da bir umursamazlık var mı?” diye bakarsınız.
Bazı kentler, bütün farklılıkları kabul etmeye ne kadar hazır olduklarını hemen gösteriler. Bazılarının ise kendini beğenmişlikten ve burnu büyüklükten ötürü, gözü sizi görmez bile. Size “ha varmışsın, ha yokmuşsun” gibi davranır. Sizi farklılıklarınızla bağrına basmaz ve basmayacağını belli eder bir biçimde. Kentin, engelli hemşerilerine, herhangi bir engeli olana nasıl davrandığı algısı da, o kentin nasıl bir kent olduğu ve o kenti sevip-sevemeyeceğiniz konusunda size bir fikir verir. Engellisine aldırmıyor, onları görmek bile istemiyorsa, bunu hemen anlarsınız ve başka herhangi bir nedenle, size de insafsızca davranabileceğini hemen sezersiniz.
“Bir kentin meydanlarında ve parklarında, yaşlılar ve çocuklar çoksa, sokaklarından çok sayıda kadın gelipgeçiyorsa, kent, engellilerin sokağa çıkmasını ve dolaşımını önemsiyorsa, o kent müşfik bir kenttir.”
Bir kent eğer sadece en güçlülerin, erkeklerin, gençlerin, otorite sahiplerinin egemen olduğu, sadece onların kolayca yaşayabilecekleri bir yerse, o kentin daha çok kavga ederek yaşanabilecek bir kent olduğunu düşünürsünüz. Ama bir kentin meydanlarında ve parklarında, yaşlılar ve çocuklar çoksa, sokaklarından çok sayıda kadın gelip-geçiyorsa, kent, engellilerin sokağa çıkmasını ve dolaşımını önemsiyorsa, o kent müşfik bir kenttir. O kentin daha barışçıl ve özgürlük düşkünü bir kent olduğunu düşünürsünüz. Birçok durumda bu da yetmeyebilir. Bazen bu göstergelerden bazılarının, bu kentte sadece gösteriş için bulundurulduğunu da sezersiniz. Kentin yöneticileri, farklı ve kenti kullanmakta çeşitli nedenlerle zorlanabilecek olanları, samimiyetle gözetiyor mu, yoksa onlara önem veriyormuş gibi bir izlenim mi vermek istiyor? Yoksa yapmak istiyor da, yoksulluktan/ bilgisizlikten beceremiyor mu?
Bütün bunları, daha ilk bakışta anlarsınız. Aynı, bir insanın davranışlarındaki yapmacıkları sezeceğiniz gibi, kentin/ kentin yöneticilerinin samimiyetsizliğini de sezersiniz. Bir kent ki, her hangi bir biçimde farklı olanlarına ne kadar saygı gösteriyor, onlarla beraber olmayı ne kadar istiyor ve onları ne kadar rahat ettirip, kendini onlara kullandırmak istiyorsa, o kentin o kadar yaşanılası, o kadar zengin ve o kadar uygar bir kent olduğunu anlarsınız.
O kentin dilini konuşamasanız bile, anlattıklarını anlarsınız. Onun alfabesinde, sizin de anlayacağınız işaretler vardır. Hemşerisi sayılırsınız. Bilmem ki, Ankara böyle bir kent mi? Ankara böyle bir kent olmak istiyor da beceremiyor mu? Yoksa sadece “uğraşıyor ama beceremiyormuş gibi” göstermeye mi çalışıyor? Bir sınamasını yapın isterseniz. Sokağa çıkın ve bir bakın: farklı olanlara bu kentte nasıl davranılıyor? Yaya yolları, nasıl davranıyor? Merdivenler, nasıl davranıyor? Yaya geçitleri, nasıl davranıyor. Bindiğiniz otobüslerde, metroda kaç engelli görebiliyorsunuz? Kaç çocuk, kaç yaşlı ve kaç yalnız kadın var? Minibüslerin şoförleri insaflı ve sabırlı mı? En kalabalık saatlerde, akarak işyerlerine koşarken herkes, kendisinden daha az güçlü olana ne kadar dikkat ediyor? İçsel ve samimi bir nezaketi var mı?
Ankara, engellileri görebiliyor, onları önemseyebiliyor mu?
Yorumlar (0)