“Modernist Açılımda Bir Öncü Seyfi Arkan” başlıklı programın üzerinden 6 yıl geçti. Türk mimarlığının yüzakı Seyfi Arkan, mimarlık akademyası ve mimarlık meslek pratiğinin her zamanki azizliğine uğramış; “Atatürk’ün Mimarı” olarak bilinmesine ve mimarlığı-yapıları en beğenilen, takdir edilen üç-beş mimar arasında olmasına karşın, 2008 yılına kadar ‘çalışılmamıştı’. Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin yürüttüğü Anma Programı kapsamında bir sempozyum, arşivleme çalışması, kapsamlı bir kitap, çok ayrıntılı okumalardan oluşan bir sergi, bu çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı.* Arşiv çalışmaları yeni okumaların önünü açtı; mimarın trajik hayatının ve dönemin koşullarının ayrıntıları paylaşıldı; yapıtları arasındaki ilişkiler, etkileşimler, dönemsellikler ortaya kondu. 1935 yılında açılan uluslararası mimarlık yarışması katılımları arasında birinci seçilerek 1937’de uygulanan o zamanki adıyla Belediyeler Bankası, modern mimarlık anlayışının pek çok ögesine sahip, sahici ve yerel, çağdaş olmanın bütün isterlerini yerine getirmiş bir yüzakıdır. Mimarın yapının inşaatı sırasında ve sonradan yapılan tadilatı sırasında da yapının üzerine titrediğini gösteren öykü ve ayrıntı belgeleri çoktur (ss. 209-239). Bağlam açısından ise, İller Bankası bir bütünlüğün parçasıdır.
- İmamoğlu’nun deyişiyle “Gençlik Parkı girişinin karşısında ve İller Bankası’nın hemen yanında yapılması Jansen Planı ile kararlaştırılmış olan Opera’nın ‘… tesirini kuvvetlendirmek için civarındaki yapıların düz ve sade olması’” gerekliliğine uymuştur (s. 438). Kentlerin kaliteli mekânlara sahip olması beklenti ve gerekliliğinden yola çıkan çok ünlü mimarların bile kentsel tasarım bilgi ve görgüsüne sahip olmalarına karşın, bu beceri ve yetkilerini imar yönetimleri ve koruma kurullarıyla paylaştıkları dönemden günümüze geldik. Uzanamadığı kültürü ‘mundar’ olarak niteleyip taraarı yönetme alışkanlığı geliştiren yerel ve merkezi otoriteler, bir taraftan popüler kültür araç ve yöntemleriyle beğeni ve alımlama değerlerini düşürürken, ellerindeki finansal kapasiteyi, yeni konjonktür “küresel ve neoliberal saldırgan kapitalizmin” koşulları altında kişisel tercihleri doğrultusunda kullanmaya harcıyorlar.
Mimarlık tarihi ve kültürünün değerli tasarım nesne ve ürünleri, onları destekleyen kabuller, okumalar, konumlandırma çalışmaları, kanonlar, ‘yer’in tarihi, kolektif bellek içindeki yapı değerleri ile oluşmuş dağarcık; yalnızca söylemsel retorikle “yüceltilmiş” tekbenci kişisel beğeniler ve inanç ayrımcılığı ile takıma kazanılmış taraftarlar yoluyla ezilmeye çalışılır. “Ucube” olarak nitelenen heykele karşı akademik çevreler bile direnmez; “gazino kültürüyle” bezenmiş sözde Selçuklu-Osmanlı üslubu ile üretilen, arsası gayrimeşru, kendisi kaçak devlet başkanı sarayları için ön seçime teklif veren ve üretime katkıda bulunan ‘kendinden menkul üne sahip’ mimarlar her zaman bulunur. Faşizm, söz dinleyen sanatçıları ve mimarları çok sever. Oysa sanatçı ve mimar için ‘uşaklığı’ kabul ettiği anda başlayan bir ‘sanatçılığını ve mimarlığını’ yitirme süreci başlar.
Kimse Seyfi Arkan’a yandaşlığı ve politik görüşleri için “modern mimar”, “akılcı mimar”, “çağdaş mimar” nitemlerini uygun görmemiştir; tam tersi, iyi yapılar tasarlayan iyi mimardır, o kadar. Bu tarihselliği okumaktan aciz faşist yönsemeleri olan liderler, çakma uzmanlıkları sözkonusu olan danışmanlar ordusunun beyinleri ve yönlendirmeleriyle düşünüp karar vermeye başlamışlardır. Onlar için yandaşlık ve bi’at öncelikli, mimarlık yatırımlarıyla kentlerin üretimi ve yeniden üretimi yoluyla yapılacak oy avcılığı ve çakma entelektüel “besleme” tarlaları geliştirmek birincil. Bu gücün karşısında Seyfi Arkan’ın ikonik pırlanta yapısı İller Bankası, ne yapsın? Görev yaptıkları Koruma Kurulu’ndaki yerlerini haketmeyen üyeler, merkezi ve yerel otoriteyi partizanlık ötesi ele geçirmiş olan faşizan anlayışın elinde birer maşaya dönüşmüş olan bürokrasi mensupları; tercihlerini ve gücünü tek yönlü olarak empoze edip uygulatan yüksek ve ileri demokrasinin temsilcileri bir gün elbet hesap verecekler. Görgüsüzler kendilerini çoğaltamayacakları için karşılarındakini bölme ve kendi içlerinde bölünme yoluyla çok görünmeye çalışırlar.
Açık toplumu değil kapalı toplumu, akılcı düşünceyi değil dini ortodoksiye biat kültürünü, çoğulcu değil tekilci ama yalnız kendisininkini benimseyen insan teklerinden oluşan bireyci değil güruhçu yaklaşımı seçerler. Bunu seçmemeleri eşyanın tabiatına aykırıdır; çünkü varlıklarını buna borçlu olduklarını hissederler. Faşizmin kitle kültüründe ve yığın ruhunda bu vardır.
Türkiye’de yaşanmakta olan, çevresel değerler ve mekân kültürü üzerinden kolayca üretildiği, ulaşıldığı zannedilecek bu birinci safhadır. Binaları yıkmak, cephesini değiştirmek, ucube binaları aklıbaşında “gözüken” mimarlara yaptırmak birinci aşamanın hedefleri arasındadır; parayı verirsiniz, soytarılık yapacak birileri her zaman bulunur. Türkiye’de ikinci ve gerçek dönüşüm aşaması ise bu kadar kolay olmayacaktır. Gerçek bireyleri güruha; toplumu kafalardan, ya da onların deyişiyle “kellelerden” oluşan biat cemaatine; yaşamın kendisini ise rotası önceden çizilmiş yaşanma reçetesi belli ‘hayat’lara dönüştürmek zordur.
Mekânın dönüşümünde zor ve şiddete başvururken “geçici zafer”ler kazanabilirsiniz. Toplumun dönüşümünde ise birisi çıkar, o zamana kadar söylenmemiş bir söz söyler, koltuğa yığılırsınız. Toplum, gerçek bir aynadır. Fotoğraflar: Modernist Açılımda Bir Öncü Seyfi Arkan (Cengizkan, Ali, Derin İnan ve N. Müge Cengizkan (2012) Mimarlar Odası Yayınları, Ankara) kitabından alınmıştır. * Cengizkan, Ali, Derin İnan ve N. Müge Cengizkan (2012) Modernist Açılımda Bir Öncü Sey Arkan, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara. 589 sayfa; ISBN 978-605-01-0399-1
Yorumlar (0)