Bunca hengamenin arasından birilerinin de çıkıp peşinde olduğumuz, uğruna nöbetler tutulan, tanklarlara kafa tutulan “demokrasi”nin aslında ne olduğu ve ‘demokrasi’ talep ederken ne istediğimiz üzerine iki çift laf etmemesi size de garip gelmiyor mu? Herkes ‘demokrasi’ istiyor ama demokrasi isterken herkes bambaşka şeyler istiyor. Açık ki bu konuda anlaşabileceğimiz ortak bir tanıma sahip değiliz. “Demokrasi” dedikten sonra ortaya konan taleplere bakıldığında birbirinin tam aksi eğilimler olduğu görülüyor. Kimi haklar ve özgürlükler talep ederken, demokrasi talep edenler içinde ısrarla idam cezası isteyenler de var. Bunun yanısıra hemen herkesin üzerinde uzlaşmış gibi göründüğü “hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” sloganı hükümetinden, muhalefetine çok sık dile getiriliyor. Ortak demokrasi tanımı gibi ortaya konan bu slogan konuya kavramsal açıdan bakıldığında onca çelişkinin üzerini örtmekten çok uzak, işi çözmekten çok karıştırıyor gibi görünüyor. Sokrates, “hakkında konuştuğunuz şeyin ne olduğunu bilmiyorsanız onun hakkında başka hiçbir şey söyleyemezsiniz” der. Buradan bakınca onu talep eden herkesin kendince bir demokrasi tanımı olduğu görülüyor. Bunda bir sorun yok. Sorun, hal böyleyken tek ve aynı şeyden bahsediyormuşuz gibi davranmakta. Aynı kavramla birbirinden farklı şeyleri tanımlamaktan ya da bir şeyi tanımlamak için farklı kavramların kullanılmasından kaçınmadığımız taktirde kavram kargaşası yaşamamız kaçınılmaz. Yaşadığımız kavram kargaşasından çıkabilmek için şu soruyu açıkça cevaplamamız ve bir cevap etrafında bilgisel olarak uzlaşmamız gerekiyor: Demokrasi nedir? Bu soruyu cevaplamadan insanca yaşamak için demokrasi istemenin yeterli olup olmadığını ve devamında neyi ne kadar talep etme hakkımız olduğunu, istememizin sınırlarını tartışmak mümkün olmayacak.
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olduğunda...
“Çoğunluk ne derse o olur, o yapılır” anlamında kullanılan “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” şekilde sloganlaşmış olan ilkenin, üzerinde en genel uzlaşma olan demokrasi tanımı olduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Slogan içinde geçen “kayıtsız, şartsız” ifadesi milletin istediğinin hiçbir şartla ve hiçbir şekilde sorgulanamayacağını belirterek “hakimiyet milletindir”den çok daha güçlü bir şekilde karar yetkisinin millete (milletin çoğunluğuna) bırakıldığını vurgulamaktadır. Demokrasinin yukarıda belirttiğimiz tanımı ile sınırlı kalarak ilerleyelim. Millet kayıtsız, şartsız hakimiyetiyle ilgili tercihlerini doğrudan oylama ile (referandum, plesibit vb.) ortaya koyabileceği gibi dolaylı olarak temsilcileri eliyle tercihini belirtebildiği (yerel, bölgesel, merkezi düzeyde) meclisler de demokrasinin araçlarındandır. Doğrudan oylama ya da meclisler eliyle olsun amaç, çoğunluğun konu ile ilgili tercihini belirlemektir. (Nedense bazı durumlarda çoğunluk için tercih belirtenlerin yarısından bir fazlası yeterliyken, bazı durumlarda milletin hakimiyeti için 2/3 çoğunluk şartı getirilir) Öyle ya da böyle en genel ifadeyle; demokrasi çoğunluğun kararına dayanır ve çoğunluk ne derse onun olması beklenir! Demokrasi bundan fazlası değildir. Demokrasi kavramının tanımına bunun ötesinde yüklenecek her talep, milletin hakimiyetine kayıt ve şart koymak gibi olacaktır ki bu da üzerinde uzlaştığımız “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” tanıma aykırıdır. Dolayısıyla idam cezasının tartışılmasını demokrasi dışı görenler yanılgı içindedir. Çoğunluğun tercihine göre karar almak tam da demokrasiye uygundur. Hatta bu kararın alınmasında 2/3 çoğunluk şartı milletin iradesine konulmuş bir şarttır ve demokrasi tanımımıza aykırıdır. Öyleyse sorun insanca yaşamak için talep ettiğimiz her şeyi demokrasi tanımına sığdırmadaki ısrardadır. Demokrasi tanımı yanına eklenmeye çalışılan “demokrasi uzlaşma rejimidir” gibi soslar demokrasi kavramının çağdaş çıkmazlarına çare olmadığı gibi çoğunluğa sahip olanlarca, demokratik karar alma mekanizmalarında azınlıkta kalanların bahanesi olarak görülmeye mahkumdur.
Demokrasinin çağdaş çıkmazı...
Açık ki, akıl yürütme ile geldiğimiz nokta demokrasi talep edenlerin bir bölümünü çıkmaza sokmaktadır. Bugün insan onuruna yakışır bir yaşam için demokrasi talep etmenin yetersizliği ile yüzleştiğimiz bu nokta demokrasi tanımına daha fazla yüklenmek ve kavram kargaşasını derinleştirmek yerine yerine bugün için geçerli olabilecek üst ilkemizi ortaya koymamız ve tanımlarımızda netleşmemiz için bir fırsattır. Bu ilke “insan hakları”dır. Demokrasi, tek kişinin ya da seçkin bir zümrenin kararlarının mutlak olduğu yönetim sistemlerine karşı toplumun çok büyük çoğunluğunu oluşturan kalabalıkların kendi yaşamları ve ülke idaresiyle ilgili kararlarda söz sahibi olması yolunda büyük bir insanlık başarısıdır. Dini, ekonomik ya da askeri yollarla ele geçirilmiş toplumsal konumlarını geriye kalan herkesin canı, malı, yaşamı ve ölümü üzerinde, hiçbir kural ve ilkeye bağlı kalmaksızın karar yetkisi olarak kullanan kişi ve zümrelere karşı verilmiş büyük bir mücadelenin sonucudur demokrasi. Ama yukarıdaki akıl yürütme ile vardığımız çıkmaz göstermektedir ki mutlakiyetçi sistemlere karşı verilen mücadelede yüzyıllar öncesinin bir insanlık başarısı olan demokrasi, insanlığın bugün geldiği noktada insanca bir yaşamı sağlamakta tek başına yetersiz kalmaktadır. Hatta yaşadıkları toplumlarda çoğunluğun dışında kalan, taraftar bulamayan ve bir şekilde karar mekanizmalarında etkisiz olan herkesin varlığını, haklarını tehdit eden riskleri barındırmaktadır. Yetişkin merkezli toplum içinde çocukların, çocuklar içinde kız çocuklarının, erkeklere karşı kadınların, heteronormatif kültüre karşı LGBTİlerin, engellilerin, Türk milliyetçiliğine karşı Kürtlerin, Sünni İslam düşüncesine karşı Alevilerin, İslami çoğulculuğa karşı Ermenilerin, ekonomik sistemin dayattığı gençlik merkezli yaşam kurgusuna karşı yaşlıların, zenginlere karşı yoksulların haklarının v.b. gerektirdiklerinin yapılmaması, adaletli bir paylaşımın sağlanamaması toplumsal yaşama yön veren kararların, demokrasinin 'kayıtsız şartsız' araçlarının insafına terk edilmişliğin sonucudur. İnsanlığın geldiği noktada sorun artık ezilen çoğunlukların monarklara karşı gücü ve karar yetkisini ele geçirmesi sorunu değil. Bugün sorun toplumu yöneten ve yönlendiren güç sahipleri (kimi zaman çoğunluk, kimi zaman diktatörler, kimi zaman sermaye sahipleri) karşısında tek tek kişilerin ve haklarının korunmasıdır.
Bugün, insanca yaşamanın koşulu insan haklarına dayanan bir sistem
İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında* adlı kitabında yayımlanan “Kişi” başlıklı makalesinde günümüzde genel yararı korumak için sık sık kişilerin harcandığını ve ancak tek bir kişi dahi haksızlığa uğruyorsa hiçbir genel yararın korunamayacağının görülmediğini belirtmekte ve insanca yaşamanın temel koşullarından birisinin tek bir kişi haksızlığa uğruyorsa hiçbir genel yararın korunamayacağını görmek istemeyen insanların tutumuna itiraz etmekte görmektedir. Bugün genel yarar bir tarafa genelin ahlakına, isteğine, çıkarına aykırılık savıyla kişilerin harcandıklarını, haklarının görmezden gelindiğini, üstelik demokrasi yoluyla bunun yasal dayanaklarının da oluşturulduğunu sıklıkla görüyoruz. İdam cezasının yeniden yasal hale getirilmesi tartışması bunun en belirgin örneklerinden birisi. Açık bir insan hakları ihlali olan idam cezası demokrasi yoluyla, üstelik toplumun büyük çoğunluğunun talebi gerekçe gösterilerek ve milli bütünülüğü korumak amacıyla yeniden yasal hale getirilmek isteniyor. Öyleyse bugün bize düşen, demokrasi istediklerini belirterek insan haklarına aykırı uygulamaları yasallaştırmak isteyenlere itiraz etmek ve asıl referans değerimizin, ilkemizin insan hakları olduğunu, demokratik mekanizmaların insan haklarına aykırı kararları hayata geçirmek için kullanılmasının insanlık dışı olduğunu haykırmaktır. 21. yüzyılda insanca yaşamanın koşullarından birisi budur!
Yorumlar (0)