Turizm sektöründe çalışan emekçiler için yapılan yeni düzenlemeler, çalışma sürelerinin uzatılması ve izin günlerinin kısıtlanmasıyla birlikte, çalışanların temel haklarını büyük ölçüde budamıştır. Bu durum, emekçilerin yaşam koşullarını daha da zorlaştırırken, işverenlerin kâr odaklı politikalarının toplumsal maliyetini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu tür düzenlemeler, sendikal örgütlülüğün ve kolektif mücadelenin ne denli hayati bir öneme sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Son on yılda, 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, çeşitli yasa taslaklarıyla budanarak sonunda iktidarın istediği biçime sokuldu. Çalışma hukukunun Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleriyle uyumlu hale getirileceği iddiasıyla sunulan düzenlemeler, aslında ciddi eksiklikler ve emekçiler aleyhine işleyen belirsiz hükümler içeriyor.
Örneğin, işçilerin sendika üyeliği nedeniyle ayrımcılığa uğramasını engellemeye yönelik düzenlemeler bulunsa da, bu koruma kağıt üzerinde kaldığı görülüyor. İşverenler, sendikal faaliyetleri bahane etmeden işçileri cezalandırabiliyor, üyelikten kaynaklı ayrımcılığı kolayca gizleyebiliyorlar. Yasanın bu belirsizliği, işçi haklarını korumak bir yana, işverenlere keyfi uygulamalar için geniş bir alan açıyor.
Bir başka sorun da yaşamsal hizmetler dışındaki sektörlerde grev erteleme ve yasaklama yetkisinin sürüyor olması. Grev, işçi sınıfının en temel mücadele araçlarından biriyken, bu hakkın kısıtlanması, özellikle özel sektörde emekçilerin sesini kısmayı amaçlıyor. Grevin fiilen engellendiği durumlar, sendikal mücadeleyi zayıflatarak işçileri güvencesizliğe mahkum ediyor.
Yasanın sözde reformlarla ILO standartlarına uyumlu hale getirildiği iddiası, gerçeklerle örtüşmüyor. Aksine, işçi haklarını budayan, sendikal özgürlükleri kısıtlayan ve emek mücadelesini zayıflatan düzenlemeler, sadece sermaye lehine işliyor. Bu değişikliklerin emekçilerin hak kaybına yol açtığı açık. Sendikal hakların gerçek anlamda güvence altına alınması için, yasanın yeniden ve işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi gerekmektedir.
ILO Standartlarına Uyum ve Sendikal Hakların Güçlendirilmesi
12 Eylül 1980 darbesinin ardından getirilen ve uluslararası kuruluşlarca sürekli eleştirilen kısıtlayıcı düzenlemelerin acilen gözden geçirilmesi, özellikle Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleriyle uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bu adım, Türkiye'nin evrensel işçi haklarına verdiği değeri göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
2821 ve 2822 sayılı yasaların otuz yılı aşkın uygulaması sırasında ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi şarttır. Tek bir kanun çerçevesinde toplanarak yapılan göstermelik düzenlemeler, bu durumu gizlemeye yeterli değildir. Yapılacak yeni düzenlemeler, sendikal faaliyetlerin daha etkin ve adil bir şekilde yürütülmesini sağlamalıdır. Toplu sözleşme mekanizmalarının önündeki engeller, özellikle işkolu barajı gibi sorunlar çözülmeli; işçi ve işveren arasında dengeli bir müzakere ortamı oluşturulmalıdır. Bu, sosyal diyaloğun güçlenmesine ve çalışma barışının sağlanmasına önemli katkı sunacaktır.
Yapılacak değişiklikler yalnızca güncel sorunları çözmekle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda demokratik hakların genişletilmesine ve uluslararası standartlara ulaşılmasına hizmet etmelidir. Böylece, emek-sermaye ilişkilerinde daha adil ve sürdürülebilir bir yapı kurulabilir.
İşkolu temelli örgütlenme, sınıf dayanışmasını güçlendirir ve sektörel hak mücadelesini merkeze taşır. Ayrıca, işçi temsilcilerinin korunması, örgütlü mücadelenin sürekliliği için hayati önem taşımaktadır.
Bu düzenlemeler, işçi sınıfının haklarını güvence altına alacak, demokratik katılımı artıracak ve Türkiye'nin uluslararası standartlara uyumunu sağlayacaktır.
Eksik ve Sorunlu
Yasa, sermaye-emek dengesinde kısmi iyileştirmeler sunuyor gibi görünse de, sistemin yapısal sorunlarını çözmekten çok uzak. Türkiye’de emek mücadelesi, yasalardaki bu tür kısmi düzenlemelerle değil, ancak sınıf bilinciyle örülmüş kolektif bir direnişle anlamlı bir ivme kazanabilir. Sermaye odaklı politikaların gölgesinde kalan bu yasa, işçi sınıfının örgütlü gücünü budamaya devam ediyor. Uluslararası çalışma örgütleri ve sendikalar, bu yasayı eksik bir düzenleme olarak nitelendiriyor. Türkiye'nin, ILO’nun 87 ve 98 No’lu sözleşmelerine tam uyum sağlaması için daha radikal adımlar atması gerekiyor.
Sonuç olarak:
- Belirsiz hükümler netleştirilmeli, sendika ayrımcılığına karşı somut adımlar atılmalı.
- Çifte standart esnetilmeli, küçük sendikaların da toplu sözleşme yapabilmesinin önü açılmalı.
- Grev hakkı üzerindeki keyfi kısıtlamalar kaldırılmalı, yaşamsal hizmetler tanımı daraltılmalı.
Mevcut yasa, emek-sermaye çelişkisinde uzlaşmacı bir tutum sergiliyormuş gibi sunuluyor. Ancak işçi sınıfının, göstermelik düzenlemelere değil, gerçek kazanımlara dayanan daha cesur adımlara ihtiyacı var. Çünkü emeğin kaderi, uzlaşma adı altında pazarlık masalarına hapsedilemeyecek kadar değerli. Zaman kaybetmeden şeffaf ve demokratik bir sistem acilen hayata geçirilmelidir.
Yorumlar (0)