Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kent Konseyi Uzlaşarak Yönetmenin Öğrenildiği İklimi Oluşturabilir mi?

Kent Konseyi Uzlaşarak Yönetmenin Öğrenildiği İklimi Oluşturabilir mi?



Solfasol Gazetesi için benden istenen bu yazıda, başkanlığını yapmakta olduğum Yenimahalle Kent Konseyi pratiğinden hareketle; öğrenme, uzlaşma ve yönetme kavramlarına içerik yüklemeye çalışacağım. Yayın yaşamına başladığı günden beri ilgiyle izlediğim, daha önce de birkaç kez yazdığım, zaman zaman ihmal etsem de aboneliğimi sürdürmeye çalıştığım Solfasol Gazetesi'nde Ankara'daki bir konseyin temsilcisi olarak yer almak çok güzel ve anlamlı. Bu fırsatı oluşturanlara kendi adıma, Yenimahalle Kent Konseyi adına ve Yenimahalle adına teşekkür ediyorum.

Yazacaklarıma; öğrenme, uzlaşma ve yönetme terimlerinin sonuncusundan başlamak istiyorum. Türk Dil Kurumu sözlüğünde yönetmek kısaca şöyle tanımlanmakta: Bir kurum veya kuruluşun yasalara, kurallara ve belli şartlara uygun biçimde işlemesini sağlamak. Burada geçen 'kurum veya kuruluş'tan, birkaç ya da milyonlarca insanın belirli bir amaç veya nedenle bir araya geldiği, bu bir arada olmanın yazılı veya sözlü esaslarının oluştuğu yapıları anlıyorum.

Yaklaşık altı yıldır, Yürütme Kurulu'ndaki diğer arkadaşlarımla birlikte Yenimahalle Kent Konseyi'ni yönetme çabası içindeyiz. Hangi yetkinliklerimizin, birikimlerimizin ya da başka niteliklerimizin bizi yönetici yaptığını net olarak bilmiyoruz. Birçoğumuzun aklında veya gelecek planlarında böyle bir öngörü mevcut değilken de, birden yönetici olabiliyoruz. Bu aslında, ülkemizde çoğu zaman, çoğumuzun yaşadığı bir durum.

Daha öncesinde yöneticilik deneyimlerimiz oluyor kuşkusuz. Örneğin ben, otuz yıldan uzun bir zamandır, Makina Mühendisleri Odası'nın çeşitli birimlerinde, Makina Tasarımı ve İmalatı Derneği'nde, OSTİM Sanayici ve İş İnsanları Derneği başta olmak üzere başka birçok sivil yapılanmada yöneticilik yaptım. Ayrıca bir mühendis olarak, ücretli çalıştığım şirketlerde ve 23 yıldır çalışmakta olduğum, kendi kurduğum şirketimde de yöneticilik deneyimleri edinmiş olmalıyım.

Ancak, oda ve derneklerde yöneticilik yaparken, kendi kendime ve yakın bulduğum arkadaşlarıma sürekli sorduğum bir soru vardı: Buralarda, bizim ortaya koymamız gereken yöneticilik niteliklerini bizler nerelerde ve nasıl öğrendik? Eğitimini alıp uzmanlaştığımız mesleki alanlarımız ve yapmakta olduğumuz işlerimiz var. Ama yöneticilik ile ilgili özel bir eğitim almış değiliz ve nasıl yöneteceğimizi yönetici olduktan sonra el yordamıyla öğrenmeye çabalıyoruz.

Sanırım bu durum ülkemizdeki odalar, sendikalar, barolar, meslek dernekleri, yüz binlerce hemşehri derneği, okul veya cami yaptırma yaşatma dernekleri, on binlerce muhtarlık, siyasi partiler ve onların on binlerce il/ilçe teşkilatı gibi milyonlarca kurum için geçerli. Bu kurumların tümünün de yönetilmesi ve mümkünse iyi yönetilmesi gerekiyor. Yani bu kurumların tümü için 'yönetme' işini biliyor olması gereken eğitimli ve ehil insanlara ihtiyaç var.

Tabii ki bu kadar insanın özel yöneticilik eğitimlerini alarak ve ardından seçim süreçlerinden geçerek yönetici olmasını beklemek çok da gerçekçi olmaz. Bu nedenle de 'okullu' yöneticilere karşı 'alaylı' yöneticilerin ezici bir sayısal üstünlüğü olduğunu söylersek abartmış olmayız. Öte yandan 'alaylı' olmak da birçok durumda yöneticilik için pekala yeterli olabilmekte. Ancak, tipik örneklerine apartman veya kooperatif yönetimi genel kurullarında neredeyse hepimizin tanık olduğu, yönetme süreçlerinin doğru işleyip işlemediği ile ilgili tartışmalar her kategoriden kurumlar için söz konusu.

Tartışmayı, yönetme süreçlerinin doğal parçası olarak görmek yanlış değil. Ancak tartışmalar çok zaman almaya başlayınca ve de ne kadar zaman ayrılırsa ayrılsın somut bir sonuca bağlanamayınca, tartışmanın kendisi itici, kaçınılması gereken bir durum olarak görülmeye başlıyor. İşte burada, yazımızın girişinde bahsettiğimiz iki önemli kavramın değeri ortaya çıkıyor: öğrenmek ve uzlaşmak. Hatta uzlaşmayı öğrenmek daha da önemli olmaya başlıyor.

Özellikle gelecekle ilgili belirsizlik ve kaygıların arttığı pandemi döneminde birçok insan gibi ben de 'acaba fütüristler' ne düşünüyor demeye başlayıp, fütüristlerin yazıp söylediklerine daha fazla ilgi duymaya başlayanlardanım. Buna ilişkin bazı okumaları yaparken kavramlarla ilgili bazı değerlendirmeler dikkatimi çekti. Fütüristler kendilerini tanımlarken uzgörü kavramını kullanıyorlar. Uzgörü kavramının içeriğini ise sanırım uzağı görmek, en azından uzağı görmeye çalışmak olarak belirlerken aynı zamanda da uzgörü kavramının ön eki olan 'uz'dan da iki eylem çıkarıyorlar: Bunlardan birincisi, uzmanlaşarak görmek, ikincisi de uzlaşarak görmek. Yani, öğrenmek ve uzlaşmak yan yana durması gereken iki önemli kavram gibi görünüyor. Yan yana duran öğrenmek ve uzlaşmak terimlerinin, yine sonuncusundan başlayacak olursam, uzlaşmanın kendisi nasıl bir iştir ve biz bunu kent konseyi yönetme pratiğimizde ne kadar başarabiliyoruz?

Derneklerin, sendikaların, odaların, baroların, vakıfların, spor kulüplerinin ve benzer birçok yapının çoğu zaman tarif edilmiş, örneklerle somutlanabilen işleri ve hedefleri vardır. Dolayısıyla bu tür yapılarda işlerin nasıl yapılacağına, hedeflere doğru nasıl yürüneceğine ilişkin görüş birliği sağlamak veya uzlaşmak daha kolay olabilir. Çünkü bu yapılarda herkesin bir arada olmasını sağlayan kanun, yönetmelik, yönerge veya tüzük gibi yazılı metinler (kurallar) vardır. Bu kurallara uymayanlar için ne tür yaptırımların olduğunu açıklayan içtihatlar veya disiplin yönetmeliği vb. de ayrıca vardır. Dolayısıyla yönetmek ve yönetme süreçlerinde problem çıktığında 'kitaba bakarak' bir yol bulmak daha kolay gibi görünüyor.

Ancak iş Kent Konseyi'ni yönetmeye gelince durum biraz değişiyor. Çünkü Kent Konseyi bir dernek, oda, baro, üniversite, kamu kurumu, belediye birimi, muhtarlık veya siyasi parti değil. Tüm bu kurumların ve toplumun çok daha başka kesimlerinden temsilcilerin oluşturduğu zengin ve tanımlanması kolay olmayan bir 'yapı'. Toplumumuzun böyle bir yapıyla tanışmasının üzerinden ise çok bir zaman geçmedi. Kamu ve yerel yönetim, siyasi partiler, odalar, barolar, sendikalar, kooperatifler ve birçok önemli dernek vb. alandaki deneyimlerle karşılaştırıldığında, kent konseyleri henüz emekleme dönemindeki bebekler gibi kalıyor. Bu durum bir dezavantaj gibi görünmekle birlikte, bazı eşikler aşılabilirse, bir avantaja da dönüşebilir. Görünürdeki en önemli avantaj ise, kent konseyinin, kent için 'uzlaşmanın öğrenildiği yer' olabilmesi olasılığıdır.

Kent Konseyi ve Kent Konseyi Meclisleri'nde yer alan yöneticilerin neredeyse tamamı, Kent Konseyi bileşeni bir kurum veya kuruluşun temsilcisi. Dolayısıyla tüm yöneticilerin belirli alanlara ait deneyimleri var. Bu kadar deneyimi bir potada uyumlaştırmak ve daha ileri, yepyeni fikirler geliştirmek ise çok heyecan verici bir potansiyeli işaret etmekte. Bu potansiyeli oluşturmak ve yaratıcılığa dönüştürmek varken, bu henüz neden başarılamıyor? Görebildiğim kadarıyla bunun esasında basit olan bir nedeni var:

Kent Konseyi, birbirine benzemeyenlerin bir arada ve olabildiğince uyumlaşmış biçimde bulunmalarının zorunlu olduğu bir yer. Oysa hepimiz çoğu zaman bize benzeyenlerle bir arada olmayı arzu ediyoruz. Bunu açıkça dillendirmesek bile, diplerde böyle bir arzunun bulunduğu ve bunun da uzlaşmanın önünde engel olduğu bir gerçektir. Çünkü, bizim gibi düşünenlerle bir arada olma arzusu, farklı deneyimlerden, farklı ekonomik ve kültürel altyapılardan, farklı siyasi geleneklerden gelen insanlarla bir arada uzun zaman geçirmemizin önünde engel olabiliyor. Oysa uzlaşmanın, ortamdaki herkes için konuşma, dinleme ve anlama süreci olduğu ve bunun da yeterli zamanı gerektirdiği açıktır. Daha önce birbirlerini tanıma olanağı olmamış, neredeyse rastlantıyla bir araya gelmiş insanların neredeyse her biri kendi deneyiminin daha değerli olduğunu ve daha fazla dikkate alınması gerektiğini düşünebiliyor. Bu da toplantıları herkesin konuştuğu ancak çok az kişinin dinlediği ortamlara dönüştürebiliyor. Oysa, kentin neredeyse tüm dinamiklerinin temsil edildiği bu ortamda herkesin söylediğinin ayrı değeri olmalıdır. Bu nedenle de en azından bir kişinin tüm söylenenleri dinlemesi önemlidir. Bu görev de çoğu zaman başkana kalmaktadır. Bu durumda başkanın sabırlı, mümkün olduğunca herkesi yorulmadan dinleyen biri olması önemli oluyor. Ancak toplantıyı yöneten kişi herkesi dinlemeye çalıştıkça, bu kez kendi düşüncesi dışındaki düşüncelerin dinlenmeye değer olmadığını düşünen diğer yöneticiler tarafından 'zamanı boşa harcayan başkan' olarak görülmeye başlıyor. İşte tam burada 'uzlaşma' kavramına dönüp onu nasıl bu tür kurumlarda ilerlemenin manivelası haline getireceğimizi düşünmemiz, bunun yolunu bulmamız gerekiyor.

Kimse bize sormasa da biz bazen kendi kendimize soruyoruz: Bunca zor bir işi Yenimahalle Kent Konseyi başarabiliyor mu, başarıyorsa nasıl yapıyor? Geriye dönüp geçen altı yıllık yönetme deneyimine baktığımızda, bazıları henüz tam gelişmemiş ve güçlü ilkelere dönüşmemiş olsa da, ipucu olabilecek çabalarımız var:

Uzlaşmanın ne olduğunu ve nasıl başarılabileceğini öğrenmeye çabalıyoruz. TDK uzlaşmayı 'aralarındaki düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak, karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak' olarak tanımlıyor. Özellikle ikiden çok fazla insanın bir konuda mutabık kalmasının ne kadar sabır gerektiren bir süreç olduğunu biliyoruz. Ama bilge bir büyüğümden yıllar önce duyup hiç unutmadığım gibi, 'sabır öyle bir ağaçtır ki, meyvesi baldan tatlıdır.' Bu nedenle sabrın en değerli meyvesinin uzlaşma olduğunu düşünüp, bu meyvenin olgunlaşması için gerekli zamanı ayırmaya çalışıyoruz. Uzun görüşmeler ve tartışmalardan sonra belli bir mutabakata varılamaz yani uzlaşma olmaz ise, o konuda karar almamaya çalışıyoruz. Çok acil, yaşamsal bir konu değilse beklemeye alıyoruz. Benzer kurumlarda tartışmalar uzadığında oylamayla karar alma yolu seçilebiliyor ancak biz oylamadan özellikle kaçınıyoruz. Kimi zaman, görüşmeler çok uzadığında bazı arkadaşlarımızın 'neden oylama yapmıyoruz' serzenişinde bulundukları oluyor. Oylamanın, özellikle kent konseyinde uzlaşma ve demokrasi kültürünü zayıflatıp, yarılmalara neden olacağını düşünüyoruz. Oylamaların sonucunda her zaman birileri kazandıklarını düşünürken, kazananın olduğu yerde kaybedenin de olduğu unutulmamalıdır. Oysa Kent Konseyi insanların kazanan veya kaybeden duygusuna kapılmayacağı yerler olmalıdır.

Yazının başında sıraladığımız, öğrenme, uzlaşma ve yönetme kavramlarını, sondan başlayarak kent konseyi bağlamında ele alıp yönetme ve uzlaşma ile ilgili pratiklerimizi aktarmaya çalıştım. Sıra geldi baştaki kavram olan öğrenmeye.

Kent Konseyi bünyesinde yapılan her düzeyde toplantıda sürekli yinelediğimiz bir kabulümüz var: Birlikte, sürekli öğrenmeye çalışıyoruz ve bu çaba hiçbir zaman bitmeyecek. Özellikle öğrenmeye çalıştığımız ise diğer iki kavram olan yönetme ve uzlaşmaya ilişkin. Yani esasında her an uzlaşarak yönetmeyi öğrenmeye çabalıyoruz. Bunu yaparken de, farkına vardığımız bir temel gerçekliği ilke edinmeye çalışıyoruz: Sıkça değindiğimiz gibi, Kent Konseyi farklı deneyim ve uzmanlıklardan oluşan çok zengin bir yapı. O halde öncelikle her birimiz bilgi kaynağıyız ve birbirimize öğretebilmeliyiz. İnsanların, özellikle birbirlerinden öğrenmelerini kolaylaştıracak, öğrenmeyi neredeyse doğal hale getirecek iklim ise, ancak birlikte iş yapılan ortamlarda oluşabiliyor. Dolayısıyla birbirimizden öğrenebilmenin yolunu açan anahtar işin kendisidir. Kent Konseyi bünyesinde kurulmuş bulunan çalışma gruplarına bu nedenle çok değer veriyoruz. Kendimizi zaman zaman kamu, yerel yönetim veya ilgili bir sivil toplum kurumu tarafından yapılması gereken bir işi yapmaya çalışırken bulduğumuz oluyor. Bu nedenle de çalışma grubu kurduğumuz alanlarla ilgili olarak, 'bu kent konseyinin işi midir' sorularının muhatabı da oluyoruz. Ancak Site ve Apartmanlarda Yaşam, Bilim Şenlikleri, Tohum Toprak Tarım başta olmak üzere, birçok konuda diğer kurumlara da örnek olup yol açabilecek çalışmalar yapmaktan da vazgeçmiyoruz.

Bu çalışmaların esas faydalarından biri ise, Kent Konseyi'nin her düzeyde yönetici ve çalışanlarını, belirli bir amacın etrafında bir araya getirip birlikte öğrenmelerini ve daha önemlisi uzlaşmayı öğrenebilmelerini sağlamak. Gözlem ve deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, saatlerce konuşarak birbirimizi ikna edemediğimiz ve uzlaşamadığımız konularda iş yaparken anlaştığımızı fark ediyoruz. Hiç durmadan öğreniyoruz ve uzlaşarak yönetmeyi öğrenme çabamız hiç bir zaman bitmeyecek.

Atila Çınar, Yenimahalle Kent Konseyi Başkanı

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış