Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Mendilimde Kan Sesleri

12 Eylül’ün yıldönümünde yazıyorum bu satırları. Tabi biliyoruz ki bu karanlık sadece bir günle başlamadı. Daha öncesi vardı: yakılan köyler, kana bulanan meydanlar, susturulan evler… 12 Eylül ise bu zincirin en ağır halkalarından biri oldu. Yasaklı kitaplar, yasaklı şarkılar, işkencehanelerde koparılan hayatlar… Bir ülkenin kalbi gerçekten bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmış gibi. Bazı günahların gölgesi uzun olur derler. 12 Eylül de öyle. Üzerinden yıllar geçti hala sürüyor. KHK’larla işinden edilenlerde, kayyumların gasp ettiği iradede, yasaklanan meydanlarda, susturulan şarkılarda…

Mendilimde Kan Sesleri

“Boynu bükük duruyorsam eğer / İçimden öyle geldiği için değil / Ama hiç değil.”

Ressam Civan Aydın’ın bir tablosu var. Edip Cansever’in dizelerinden esinlenmiş, adını da ondan almış: Mendilimde Kan Sesleri.
Masada bir kadın oturuyor. Önünde boş kaseler, yanında akbabalar. Arkasında yüzleri silinmiş insanlar, sanki gölgeler gibi. Başını eğmiş ama gönlünden geldiği için değil. Hiç değil. Bu ülkenin zorla eğdirdiği başlardan biri o.
Tabloya bakınca şiirle birleşiyor her şey: kişisel gibi duran bir yalnızlık, aslında hepimizin payına düşmüş bir hikayeye dönüşüyor. 

“Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına / Öylesine benzer ki…”

Arka planda yürüyenler var tabloda. Yüzleri silinmiş. Kim olduklarını bilmiyoruz. Sanki gölgeden yapılmışlar gibi. Bir yere gidiyorlar ama nereye? Yönleri belirsiz.
Bana şunu düşündürdü: Kimi sürgüne, kimi cezaevine, kimi açlığa, kimi ölüme yürüdü bu topraklarda. Faili meçhul sokaklarda, kimliksiz mezarlıklarda, yasaklı dillerin sessizliğinde kaybolanların izleri kaldı geriye.
Bu figürler sadece karanlığın değil, sessizliğin, görünmez kılınmanın da simgesi. Bir ülkenin hafızasında silik bırakılan yüzlerin yankısı.

Mendilimde Kan Sesleri

“Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi.”

12 Eylül’ün yıldönümünde yazıyorum bu satırları. Tabi biliyoruz ki bu karanlık sadece bir günle başlamadı. Daha öncesi vardı: yakılan köyler, kana bulanan meydanlar, susturulan evler… 12 Eylül ise bu zincirin en ağır halkalarından biri oldu.
Yasaklı kitaplar, yasaklı şarkılar, işkencehanelerde koparılan hayatlar… Bir ülkenin kalbi gerçekten bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmış gibi. Bazı günahların gölgesi uzun olur derler. 12 Eylül de öyle. Üzerinden yıllar geçti hala sürüyor. KHK’larla işinden edilenlerde, kayyumların gasp ettiği iradede, yasaklanan meydanlarda, susturulan şarkılarda… 

“Ve avlularına / (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)”

Kalbimiz defalarca sıkıştı bu topraklarda. Bir dağın yamacında parçalanan çocukların oyuncakları kaldı geriye. Bir sınır kasabasında yarım kalan düşler… Bir tren garında havaya savrulan bedenler. Yakılan otellerde, kana bulanan sokaklarda, maden ocaklarının karanlığında…
Her seferinde aynı sofrayla karşılaştım: boş kaseler, devrilmiş kaşıklar, yanımızda akbabalar. Ama sofrada yalnız yas oturmuyordu. Çaresizliğin yanına direnci, kaybın yanına umudu da koyduk. Çünkü her seferinde yeniden başladık.

 

“Ve sözlerine / (Yani bir cep aynası alım-satımına belki)”

Bazı sözler hiç söylenemedi, bazılarıysa duyulmazdan gelindi. Çocuklar kendi ana dillerinde şarkı söyleyemedi. Kadınların hayatı ellerinden alındı. Varoluşları inkar edilenler oldu; rengini saklamak zorunda bırakılanlar, “yük” muamelesi görenler… Sağlamcılıkla, homofobiyle, ırkçılıkla, cinsiyetçilikle örülmüş sessiz bir şiddet ağı hepimizi kuşattı.

O yüzü silik figürlerin arasında her birinin hikayesi var: yok sayılanların, dışlananların, görünmez kılınanların.

 “Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…”

Karanlık sadece insanlar üzerine düşmedi elbet. Dağlara, derelere, ormanlara da düştü. Madenlerle oyulan dağlar, HES’lerle kurutulan dereler, betonla kaplanan vadiler… Toprak yağmasına, doğa talanına uğrayan her yer bizim evimizdi, suyumuzdu, nefesimizdi.

Yalnız doğa da değil, hayvanlar da katliama uğradı. Barajlarda boğulan balıklar, kürk için derisi yüzülen tilkiler, av diye vurulan kuşlar, deneylerde yakılan canlılar… Sokakta zehirlenen köpekler, çöplüklere terk edilen kediler, “barınak” adı verilen ölüm çukurlarında açlığa, susuzluğa terk edilen canlar.

Bir ülkenin hafızası sadece yaslarla değil; kesilen ağaçlarla, susturulan kuş sesleriyle, göz göre göre öldürülen hayvanların bakışlarıyla da yazılır.

Mendilimde Kan Sesleri

“Bir gün birinin adres sormasına benzer…”

Bazen yolumuzu kaybettik sandım. Ama her defasında bir iz çıktı karşımıza. 12 Eylül’de susmayanların nefesi, Roboskî’de yas tutan annelerin adımları, Suruç’ta yarım kalan düşler, 10 Ekim’in meydanda bıraktığı çığlık… Hepsi yönümüzü gösterdi.

Madımak’ın küllerinden, Soma’nın karanlığından, Maraş’ın sokaklarından, Çorum’un sessizliğinden bize direncin sesi kaldı.

Ve bugün de aynı ses sürüyor: işinden edilenlerin direncinde, kapı önlerinde bekleyenlerin inadında. Yaşamak isteyenlerin çığlığında, renkleriyle meydanı dolduranların coşkusunda, “buradayız” diyenlerin inatla tuttuğu yerde.

Bizim üzerimizde sadece karanlık değil, direnenlerin hatırası da dolaşıyor. O hatıra bize yalnız olmadığımızı fısıldıyor. Çünkü biz kaybolmadık: hep birlikte yeniden yol bulduk.

 “Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına…”

Barış büyük sözlerde değil, gündeliğin içinde gizli. Sofraya bırakılan bir ekmekte, komşunun kapısına korkmadan uzanan elde, meydanda yankılanan bir şarkıda. Bir çocuğun kendi dilinde gülüşünde, kimliğini saklamadan yürüyen bir yüzün rahatlığında.
Ben anladım ki barış sadece uzaklarda aranmaz. Yakınımızda da kurulur. Aynı masada, aynı sokakta, aynı örgütte, aynı evde… Arkadaşlarımızla konuşurken, bir tartışmanın ortasında, yan yana yürürken. Bazen en küçük yerde eksildiğinde, en büyük yerde de eksik kalıyor.

“Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir / Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları.”

Mendilimde Kan Sesleri

Bir gün o sofraya yeniden bakacağım. Çorba kaseleri dolu olacak, kaşıklar devrilmeyecek. Yanımda akbabalar değil, insanlar oturacak. Arka planda yüzü silinmiş gölgeler değil, birbirinin yüzüne bakan insanlar yürüyecek.
Ben inanıyorum: yalnız değiliz. Bütün karanlıkların ardından, bir gün mutlaka ışıkla dolu bir sofra kuracağız. Ve işte o gün, mendillerimizde kan değil, çocuklarımızın gülüşü kalacak.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış