Dünyada öyle ülkeler var ki, hükümetleri emekli aylıklarına zam yapılıp yapılmamasını bile halk oylamasına sunuyor ancak katılım inanılmaz derecede düşük. Bizim memlekette ise kahvehaneler, otobüs durakları ve hastane kuyrukları Merkez Bankası’ndan ve Siyaset Bilimi bölümlerinden daha üretken ve dahi idaalı. Herkes her konuda “fikir” sahibi. Ancak bilgi yok. Zaten yerelinden merkezisine idarecilerin bilgi verip görüş sorduğu da yok. Ama “Beyin bedava” nasıl olsa. Fikirlerin ne akla ne de dile düşmesine engel yok. Örneğin Ankara’da sokaktan herhangi bir vatandaş çevirip “Atatürk Orman Çiftliği neresidir, içinde ne var?” diye sorsanız alacağınız cevap basit, kısa ve kendinden emin olacaktır (önümüzdeki sayılarda kamuoyu yoklamamızın sonuçlarını ayrıntılı olarak yayınlayacağız): “Gazi Mahallesi’nin orda.” (Memleketim insanı yer tarif ederken “orda” demezse olmaz. “Kavşağın orda ineceğim.” Akköprü’nün ordayım”, “Ahmet’in ordayım.” Bir aidiyet travması herhalde.)” İçinde kokoreç yerler, bir de hayvanat bahçesi var. (Yanıt gerçek!) İnsan bilmediğişeyi anlayamaz, anlamadığını takdir de tenkit de edemez
Şimdi biz kalkmış Ankara’nın yeşilinden, havasından, doğasından, ütopyasından, modernleşmesinden bahsediyoruz. Neymiş efendim, Çiftlik kent ile kır arasında bir köprüymüş de; memleketin tarımının hayvancılığının gelişmesine katkıda bulunacak araştırmalar yapılırmış da; Çiftlik kendi kendimize yetmemizi sağlayacak tarım ve hayvancılık üretimi için modelmiş de; hem o kadar büyük yeşil alanı, ormanı, yaratacağı rüzgârı ile Ankara’nın dumanını pusunu siler süpürürmüş de; bizim değerimizmiş, mirasımız, umudumuz, geleceğimizmiş; miş, miş miş... Önümüzdeki sayılarda ayrı ayrı bunlara da değineceğiz. Ama şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bize ne bütün bunlardan. Biz eskiyi, ecdadı ve yaptıklarını çok sever, yan bakanın yakasına yapışırız, ama iki daha fazla kat çıkmak için güzelim tarihi yapıları yıkarız. Yeşili çok sever, betonlaşan kentlerden şikâyet ederiz, ama okul bahçelerimize ibadullah beton dökeriz üzerinde tek sıra hazırolda dursun çocuklar diye. Açgözlülük en büyük günahtır ama evimiz hep daha büyük olsun isteriz, balkonu kapatır eve katarız, bu yüzden de müteahhitler daha büyük evler yaparlar hem kapatılacak büyük balkonlu hem“göz” kadar küçük balkonlu. Severiz biz açık havayı, güneşi, doğayı. Sonra bizim aklımız hep köydeki bağımız bahçamızdadır. Ah o tarlalarda karga kovaladığımız günler... Haftasonları kaçıp gidebileceğimiz, kaysı, armut, Brüksel lahanası yetiştirebileceğimiz bir bahçemiz olsa diye yakınır, az ilerideki ormana bağa bahçeye kim ne yapmış dönüp bakmayız.
Biraz tutarsız mıyız neyiz? Yoksa bu kadar “muhafazakâr, tarih ile gelecek, Asya ile Avrupa arasında köprü” olmakla övünüp, avuçlarımızı ovalayıp yıktığımız köşklerin kötü, ucuz ve dahi eni boyu birbiriyle orantısız tuhaf kopyalarına koşarak gidip taklit gözlemeleri midemize indirmemizin, “ucuz” hediyelik eşyaları kapışmamızın başka bir açıklaması olabilir mi? (Hamamönü’nde ve Hacıbayram’da yıkılıp yeniden yapılan tarihi evler bir yana, Ankara’nın çeşitli yerlerine kurulan maket evleri gördükçe insanın içi sızlıyor.) Bir açıklama var aslında. Korunan şey aslında sadece biçimi. O biçimin, yüzyıllar sürmüş deneyim ve birikimle ortaya çıkmış bir içeriğin sonucu olduğunu unutuyoruz herhalde. O içerik de elle tutulamayan gözle görülemeyen bir şey sonuçta. Bir değer. Şehir dediğin değerler toplamı değil mi aslında. Sonrası o değere bir biçim vermek. Temiz havaya, ulaşım hakkına, engelsiz sokaklara – binalara ve daha nice hak ve hizmete dönüştürmek.
Ama önce o içeriği, değeri anlatabilmek. Yoksa kimin umurunda Ankara’nın ortasında, içinde tiyatro sahnesi olan, ticari değeri yüksek bir bina satılmış ya da satılmamış. Atatürk Orman Çiftliği’ne başbakanlık bina yaptırmış yaptırmamış. Gerzeliler, Arhavililer, derelerine, yaylalarına, otlaklarına sahip çıkanlardan öğreneceğimiz ilk şey bu. Hayatındaki yerini kavramadan, kaybettiğinde oluşacak boşluğu öngörmeden “sahip çıkmak” diye bir şey yok. Ama bu boşluk kırda ve köyde öylesine hızlı, doğrudan ve yıkıcı ki! Ama şehirde öyle mi? Burada işler başka türlü. Temas etmiyorsanız, orda bir Çiftlik, sinema, park, otobüs var, ama uzakta. Kentte boşluklar hem görülmüyor, hem de çok çabuk doluyor. Siz “sattırmam, yaptırmam” diye boğaz patlatırken bir de bakmışsınız kent başka Bir şey olmuş bile. Kentte başka türlü düşünmek, hareket etmek gerekiyor. Kentleşmek yetmiyor, kentlileşmek de gerekiyor. Yolda çevirip soran olursa iyi düşünün ne cevap vereceğinizi: Siz bizim kentlileştirebildiklerimizden misiniz?
Yorumlar (0)