Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz
Cemal Süreya
Reha Ruhavioğlu: Hükümet süreci demokratik sürdürmezse, silahsızlanma olsa bile otoriter zeminde yaşarız
Hükümet süreci daha demokratik normların içerisine oturtarak sürdürsün ve herkesin toplumsal barışı olsun. Aksi halde, silahsızlanmayı mümkün kıldırırız. Bu bir miktar nefes aldırır ama birkaç yıl daha otoriter bir zeminde yaşamaya devam ederiz.
Başlamadan bir hatırlatma: Eğer bu uzun söyleşiyi okumak istemezseniz, sayfanın en altındaki videodan izleyebilirsiniz....
Birlikte Yaşam Söyleşilerimizin konuğu Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu. Hükümetin bir yandan barışı sağlamaya çalışırken diğer yandan baskı politikalarını artırmasının toplumda güveni zedelediğini belirten Ruhavioğlu, şöyle diyor:
“Hükümet daha demokratik normların içerisine oturtarak sürdürsün ve herkesin toplumsal barışı olsun. Aksi halde, silahsızlanmayı mümkün kıldırırız. Bu bir miktar nefes aldırır ama birkaç yıl daha otoriter bir zeminde yaşamaya devam ederiz. Hükümetin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırırken kendi toplumuyla da barışmayı becerebilmesi lazım. Siyasi çıkarların bu kadar ön planda olmaması gerekir. İnşallah çatışma çözümünün literatürüne de uygun, adımları biraz daha belirli olacak ve topluma yansıyacak bir sürece evrilir. Göstergeler her ne kadar böyle olmasa da temennim bu yönde.”
* Sivil toplum yeni sürecin neresinde olmalı?
Aydınlar dediğimiz grubu da sivil toplumun bir parçası kabul ederek cevap vereyim. Genel olarak sivil toplum, Kürt meselesi gibi meselelerde ön açıcı bir rol üstlendi. Devletin girmekten imtina ettiği bir politikaya, bir alana girebildi. Sivil toplum Türkiye’de bu meselenin konuşulabilmesini sağladı ve toplumsal aşinalığın yükselmesine vesile oldu.
Türkiye’de 1990’lardan beri nasıl ki barış arayışları ve bununla ilgili denemeler yapılıyorsa, 1990’lardan önce de insan hakları merkezli bazı çalışmalar yapıldı. Bunlar da Kürt meselesiyle alakalıydı. Dolayısıyla Kürt meselesindeki çözümün insan hakları ihlallerini azaltacağına dair girişimler hep olageldi. 12 Eylül sonrası sivil toplum ortamının baskılanmasına rağmen aydınlar ve STÖ’ler ilk fırsatta ses çıkardılar ve bu meseleyi toplumsallaştırmaya çalıştılar. Bu mesele nitekim toplumsallaştı.
Bugün süreci yürütenler her ne kadar bir yandan bir silahsızlanma süreci yürütüp diğer yandan da Kürt meselesi yoktur deseler de biz, bütün bu 40 yıllık kamusallaştırma çalışmalarının toplumu ikna ettiğini, toplumun Kürt meselesinin varlığı konusunda büyük bir konsensus sağladığını biliyoruz.
Toplum bir yandan bunun çözülmesini de istiyor. Bu konularda sivil toplum hep ön açıcı ve öncü bir rol üstleniyor. 2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecinde örneğin, Diyarbakır’da biz “Temas ve Diyalog Grubu” diye bir sivil toplum grubu oluşturmuştuk. Benim içinde bulunduğum kurum o grubun üyelerinden birisiydi. Bu grup siyasi partiler arasında temaslar sürdürerek bir çözüm sürecinin zeminini oluşturmaya çalışıyordu. 2013’de çözüm süreci dediğimiz süreç başlayınca o grup kendisini kenara çekti çünkü süreç başlamış oldu. Ancak, öncü çalışmaların mutlaka az ya da çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Sonrasında süreç işlediğinde de sivil toplumun hem destekleyici olmasının hem ilerlemeyi teşvik eden bir paydaş olmasının hem de sürecin üzerine bir hakem gözüyle izleyici olmasının ben önemli olduğunu düşünüyorum. Taraflar sivil toplumu bu meşruiyetle konumlandırmasalar dahi topluma bir şey söylerken bu saydığım üç noktada sivil toplumun sorumlu bir rolü olduğunu hepimiz biliyoruz.
* Medyaya yansımış birkaç araştırma şirketinin konuyla ilgili araştırmalarına baktığımda, genellikle "halk bu süreçten memnun mu?" ve "bu süreç partilere oy kaybettirir mi?" odağında araştırmaların yürütüldüğünü gördüm. Bu soruların dışında, ‘barış süreci’ dediğimizde Türkiye’de toplumun çeşitli kesimlerinden çeşitli kaygılar beraberinde geliyor. Oysaki ‘barış’ kelimesi aslında olumlu bir kelime. Araştırma şirketlerinin sizce buradaki rolü yalnızca bazı partilerin oy kaybedip kaybetmemesi üzerine yapacakları araştırmalar üzerinden mi olmalı? Bu süreçte araştırma kuruluşları da belli bir inisiyatif alıp o sivil toplumun sorumlulukları arasında kendisine bir görev edinebilir mi?
Benim direktör olduğum kurum bir sivil toplum hüviyeti taşıyor, bir şirket değil, ama genel olarak bu işleri yapan kurumların bir yandan kamuoyunun bilgisini ölçmek ve bunu toplumla ve aktörlerle paylaşmak gibi bir dertleri varsa diğer yandan bu işin doğrudan aktivizmini yapmalarının çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Herkesin sivil toplum içerisindeki rolü iş bölümü halinde olması ve herkesin her işi yüklenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu araştırmaların sadece iki soruyla ilerlemediğini bilmek lazım. Medya ve kamuoyu daha çok bir-iki soruya ilgi gösteriyor. Örneğin, Türkiye’deki asfalt kalitesini çalışmış olsak toplum ya da medya buna pek ilgi göstermez. Türkiye’deki oy oranlarını söylediğinizde ancak insanlar ilgi gösteriyorlar. Araştırma şirketleri de yaptıkları araştırmalarda zaman zaman bu kısma ya da çözüm süreci gibi süreçlerde bir süreç popülaritesini paylaşmayı tercih ediyorlar. Bu çalışmaların, nihayetinde sivil topluma, siyasete ve aktörlere bir bilgi vermek ve onlara toplumla ilgili çeşitli fikirler sunmak gibi bir görevi var. Esasında böyle olması gerekir. Diğer taraftan, elbette ki toplumla ilgili dinamik süreçleri her zaman takip etmek lazım ve bugünkü sürecin işleyiş biçimi böyle sorulardan bizi azade kılmıyor maalesef. Hükümet bir yandan bir silahsızlanma süreci yürütüyor ve bunun nihayetinde Suriye, Türkiye ve Irak’ı kapsayan bir Türk-Kürt barışının yeniden inşa edilebileceğiyle ilgili kanaatler sıkça dile getiriliyor. Ancak, diğer taraftan süreci yönetme biçimine baktığımızda, daha bugün Siirt’e kayyum atandı.
Bir yandan belediyeye kayyum atarken diğer yandan “biz barışıyoruz” dediğinizde insanların kafası karışıyor.
İnsanların kafasının karışık olduğu durumu siyasete göstermek için bazı işler lazım, araştırma bunlardan bir tanesi. Süreci toplumsallaştıracaksa eğer sürecin yürütücüsü olacak aktörler, bunun izlemesi de gerekir. İzlemesi gerekir ki, ‘yapıp edilen işler toplumda nasıl yankı buluyor, hangi adımlar olumlu karşılanıyor, hangileri olumsuz karşılanıyor?’, bunlar görünsün.
Sonuçta siyasi partiler ya da aktörler birer evliyaullahtan ziyade birer zat olduklarından çok hayırlı ve vicdan sahibi insanlar olarak bu yola girmezler. İçlerinde öyle insanlar da olabilir ama bu yüzden girmezler, daha çok çıkarları sebebiyle girerler.
* Siyasilerin kendi siyasi çıkarları ile politik hamleler yapmasıyla birlikte toplumsal çıkarı da nasıl bu politik hamlelerin içerisinde gözetebilirler?
Örneğin, Tayyip Erdoğan bu meseleye dahil olduğunda, bunun karşılığında toplumsal desteğini kaybedecek ve cumhurbaşkanlığı riske girecekse girmemeyi tercih eder. Bu yalnızca Tayyip Erdoğan için geçerli değil, birçok kişi için geçerli. Bugünkü sürecin karşıtlığının bayraktarlığını yapmak isteyen insanlar da benim kişisel kanaatim memleketin menfaatinden çok kendi siyasi çıkarlarını önceliyorlar. Zafer Partisi, İyi Parti gibi partiler süreç karşıtlığının, dolayısıyla milliyetçilik dalgasının bir çeşit sözcülüğünü ve konu sahipliğini üstlenmeye çalışıyorlar ki oradaki insan kaynağını bir oya tahvil edebilsinler. İşin bu kısmı doğal. Bir yandan toplumun ilkesel olarak bir barış talebi var (toplum huzura ermek, güvenlik kaygılarından azade olmak istiyor), diğer taraftan da siyasetçiler başka pragmatik çıkarlar talep ediyorlar. Ben iyi bir siyasetçiyi ya da iyi bir sivil toplum girişimini siyasetçilerin pragmatik beklentileriyle toplumun ilkesel ihtiyacını örtüştürebilme kabiliyetiyle ilişkilendiriyorum. Eğer, Tayyip Erdoğan bir yandan toplumun barış isteğini ama diğer yandan da kendi başkanlık serüvenini meczedip topluma bunu anlatabiliyorsa bu başarılı ve becerikli bir siyasetçi olduğu anlamına gelir. Bizler, sivil toplum aktörleri ya da muhalif siyaset bunu böyle yapabiliyorsa bu başarılı ve becerikli oldukları anlamına gelir. Ancak, bugün şunu görüyoruz, Tayyip Erdoğan bir yandan toplumun faydasına olan bir barış süreci yürütürken toplumu sürekli bir gerilimin içerisinde tutuyor. Bu, nihai olarak şöyle bir fikir getiriyor insanların aklına, “barışacağız ama bu hükümetin sopası üzerimizden kalkmayacaksa nasıl bir barış olacak?” Dolayısıyla, kaygıyı öne çıkaranların, toplumun çekincesi olduğunu söyleyenlerin bulgularını yersiz de görmüyorum.
* Kendi araştırmalarınızda toplumun bu sürece bakış açısını nasıl gözlemliyorsunuz?
Biz de araştırmalar yapıyoruz ve Kürt toplumu tam da bahsettiğim karmaşık yürüme biçiminden ötürü 1/3’ün biraz üzerine mevcut yürüyen sürece destek veriyor. Ancak, mevcut yürüyen süreci kenara bıraktığımızda “Herhangi bir barış sürecinin Kürt meselesini çözmesini destekler misiniz?” diye sorduğumuzda minimum destek yüzde 62 oluyor. Toplumsal barışa, bir çözüm sürecine destekle ilgili yüksek bir potansiyel var (elbette ki söylediğim rakamlar daha çok Kürt toplumuyla ilgili) ama mevcut siyaset yürüttüğü çözüm sürecinde bu desteği alamıyor. Neden alamıyor? Çünkü çok karmaşık bir süreç yürütüyor. İmamoğlu’na operasyon yapıyor, CHP’nin içerisini karıştırmaya çalışıyor, Demokrat Parti’nin belediyelerine kayyum atıyor, Rojava’ya askeri operasyon seçeneğine sıcak bakarak masada tutuyor, Tişrîn barajı çevresinde aktif bir çatışma var… Diğer taraftan da “her şey iyi gidiyor, biz örgütü silahsızlandıracağız” gibi bir süreç dinliyoruz. Böyle olunca insanlar emin olamıyorlar.
Dolayısıyla, toplumun düşüncelerini kurumlara göstermek ve kurumların buna göre politikalarını hareket geçirmelerini sağlamak önemli.
Ancak, Türkiye’de her zaman araştırma sektörü manipülasyonun bir parçası da oluyor. Bu sektörün içerisinde manipülasyonun bir parçası olmayı tercih eden çok fazla kişi ve kurum da var. Böyle olunca, hatlar birbirine karışıyor. Birisi çıkıp İyi Parti’nin yakınında durmak için toplumun sürece ne kadar karşı olduğunu söyleyebilir, diğeri Cumhur İttifakı’na yakınlığı sebebiyle Ak Parti’nin politikasının beğenildiğini söyleyebilir. Bu manipülatif işleri bir kenara bırakırsak, esas aktörleri besleyen saha araştırmalarının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. O yüzden, örneğin biz araştırmaları yaparız ama güncel şekilde, “bugün şu oldu” diyerek paylaşmayız. Soğukkanlı olup aktörlere daha çok bu bilgiyi taşıyıp sonra bilgiyi toplumla paylaşmak gibi bir yol izliyoruz.
* Aydınların bildirisi dışında sivil toplumun bileşenlerinin çok da fazla herhangi bir çağrı ya da görüş olmadı. Bu tür görüş, yorum, çağrılar var ama kamuoyuyla paylaşılmıyor mu yoksa bir görüş bildirmek, tekrardan bir çağrı yapmak tercih mi edilmedi?
Yöntemsel tercihler var öncelikle. Mesela, bir imza bildirisi hazırlamak ve yaymak çok daha pratik, birkaç gün içerisinde halledilebilecek bir iş. Ancak, farklı kurumlardan insanları bir araya getirip tartışmak, fiili bir toplantı yapmak hem teknik hem de lojistik ve maliyet olarak çok daha zaman ve yük isteyen bir iş. Dolayısıyla, hangi işlerin ne hızla ve pratiklikle yapıldığıyla ilgili bir mevzu var. İkincisi, hükümet sürece ilk başladığında insanlar bu kadar ciddiye almamışlardı. Yani, süreç toplumsallaşma ihtiyacı hissedecek ve silahsızlanmayla ilgili süreç başlayacak… Sivil toplumun kendisi de bu kadar ciddiye almadı başlangıçta. Ancak, sonradan sivil toplum sürece dahil olmaya başladı.
Mesela, sanırım sonbahar gibiydi, bir sivil toplum kuruluşu Kürt meselesinde Türkiye’nin önündeki imkanlar ve Türkiye’ye bu meselenin ne kadar zarar verdiği gibi bir toplantı planlamıştı. Hemen sonrasında ise süreç başladı, yani denk geldi. Aralık ayında biz Van’da geniş bir toplantı yaptık. Geçtiğimiz günlerde İslami kimliğiyle tanıdığımız İHH örneğin Diyarbakır’da bir çözüm süreci çalıştayı yaptı. Şubat ayında Diyarbakır’da ve başka şehirlerde olacak toplantılar biliyorum. Dolayısıyla, sivil toplum, sivil aktörler farklı veçheleriyle sürecin içerisine dahil oluyorlar. Diyarbakır Kent Platformu’nun bir temsil heyeti bütün partilerle bu konuda görüşerek sivil toplumun bu sürece desteği ve katkısını açıklıyorlar. Bazıları diplomasi yoluyla, bazıları imza metinleriyle, bazıları toplantılar düzenleyerek bu sürece katkı veriyorlar. Görebildiğim kadarıyla hem sol, seküler cenahtan hem de daha İslami ve muhafazakar kanattan sürece katkılar geliyor.
İktidar bir yerde bu süreci toplumsallaştırma ihtiyacı hissedecek. Bugün, çok fazla elitler, aktörler düzeyinde giden bir süreç var ama bu sürecin sonuçta silahsızlanmayla mı nitelenecek ve onun sonraki adımları ne olacak? Bununla ilgili bir kamuoyu desteğine ihtiyaç var ve topluma doğru bu sürecin toplumsallaşma çalışmalarının yürütülmesi gerekiyor.
Burada esas rol oynayacak olan sivil toplum, aydınlar, siyasi partiler olacak. Örneğin, CHP gibi partilerin, İHH ve İHD gibi hem sağ hem sol cenahtan kurumların, bahsettiğiniz bildiride ismi geçen aydınların, herkesin toplumla etrafını ikna etmek, bununla ilgili eleştirilerini paylaşmak, desteklerini açığa çıkarmak gibi bir süreç izleyeceklerini düşünüyorum. 2013-2015’teki gibi sivil toplumun doğrudan hükümet eliyle dahil edildiği bir süreç yaşamıyoruz henüz. Bu aşamaya gelir mi? Bilmiyorum. Normalde, biraz daha süreç işledikten sonra gelmesi gerekir. Çok nev-i şahsına münhasır bir süreç yürüdüğü için bir şey kestirmek zor. Bir yandan böyle bir süreç yürütürken diğer yandan Selahattin Demirtaş gibi sivil bir siyasetçiyi mahkeme kararına rağmen içeride tutarsanız sürecin toplumsal desteğini yükseltemezsiniz.
Ancak, iyi niyet adımları hem sivil siyasetin hem de sivil toplumun elini güçlendirir ve toplumun desteğini artırır.
Toplumun silahsızlanmaya yönelik güçlü desteği, silahsızlanma karşısında muhtemel direnç gösterebilecek aktörlerin (örgüt içerisindeki farklı dinamikler mesela) üzerinde de bir basınç oluşturur. Dolayısıyla, sürecin sivil toplum aracıyla yaygınlaştırılmasının böyle önemli etkileri var. Öcalan bir çağrı yaptı ama örgüt bu çağrıya istenilen ölçüde cevap vermedi diyelim ki. Ne olacak? Böyle bir durumda Kürt halkının “silahsızlanma talep ediyoruz” diye güçlü bir biçimde açığa çıkması örgüt üzerine bir basınç olur. Böyle bir basıncın açığa çıkması için de Dem Parti, Demirtaş gibi aktörlerin sahada olması gerekir. Onlar sahada olduğunda zaten sivil toplum da bir şekilde sahada olmuş oluyor. Süreç bir yerde toplumsallaşma ihtiyacı hissedecekse sivil toplumun etki alanı da yürüttüğü işlerin anlamı da daha fazla artacaktır diye düşünüyorum.
* Çok teşekkür ederiz değerli katkılarınız için. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey varsa dinlemek isteriz.
Türkiye’de süreç çok nev-i şahsına münhasır sürüyor. Bugün, hem CHP’ye operasyon, hem muhalif gazetecilerin tutuklanması, hem de Demokrat Partili belediyelere atanan kayyumları konuşurken diğer taraftan da süreçte işlerin iyi gittiğini konuşabiliyoruz. Çünkü esas belirleyici Suriye. Suriye’de ne olacağı, Rojava’da Kürtler ile HTŞ arasında, Kürtler ile Türkiye devleti arasında nasıl bir ilişkinin tesis edileceği belirleyici. Orada bir uzlaşma olduğunda işler bir miktar daha kolay olacaktır.
Ancak, nihai olarak hükümet bir demokratikleşme ihtiyacı hissetmesi gerekiyor. “Kürtler ile bir barış yaptım ve silahsızlanmayı sağladım” demek, normalde Türkiye’de demokratikleşmenin de zeminini teşkil etmesi lazım. Ama bunun yanında İmamoğlu gibi, CHP gibi potansiyel rakiplerinizin sizi yenme ihtimali sebebiyle bugünden onlara sürekli bir yargısal ve polisiye baskı yaparsanız toplumsal huzurumuza çok iyi şeyler yapmış olmazsınız. Demokratikleşme ihtiyacı da hissediyor bütün toplum. Beklediğimiz o ki, hükümet süreci daha demokratik normların içerisine oturtarak sürdürsün ve herkesin toplumsal barışı olsun. Aksi halde, silahsızlanmayı mümkün kıldırırız. Bu bir miktar nefes aldırır ama birkaç yıl daha otoriter bir zeminde yaşamaya devam ederiz.
Hükümetin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırırken kendi toplumuyla da barışmayı becerebilmesi lazım. Siyasi çıkarların bu kadar ön planda olmaması gerekir. İnşallah çatışma çözümünün literatürüne de uygun, adımları biraz daha belirli olacak ve topluma yansıyacak bir sürece evrilir. Göstergeler her ne kadar böyle olmasa da temennim bu yönde.
Yorumlar (0)