Bir ürünün bir değişim değeri olduğu gibi bir de kullanım değeri vardır. Sanat ürünü söz konusu olunca buna bir de “Sanatsal değer” eklenir. Bir ürünün sanat eseri olması için ise ileti ve estetik kaygı yanında biricik olması da gerekir.
Sanat bir ifade biçimidir. Alıcısı olmayan şey sanat olmaz. Sanat eserinin alıcılarda estetik kaygı yaratmak ve iletide bulunmak gibi işlevleri vardır.
Ernst Fischer “Milyonlarca insan kitap okuyor, müzik dinliyor, tiyatroya sinemaya gidiyor. Neden?” diye sorduktan sonra, “Belli ki kendini aşmak istiyor insan. Tüm insan olmak istiyor. Ayrı bir birey olmakla yetinemiyor” şeklinde yanıtlar sorusunu. Van Gogh da Fischer gibi düşünür: “Sanat, Tanrının insanda eksik bıraktığını tamamlar” der.

Sanat tüm dünya insanlarının ortak dili olduğundan dile ihtiyacı yoktur onun; çünkü sanatın kendisi zaten dildir. Bir dansı izlerken İngilizce, Fransızca, İtalyanca bilmeye gerek yoktur. Bu nedenle evrenseldir sanat; bayrağı yoktur, milleti olmadığı gibi vatanı da yoktur.
Sanat doğayı basitçe kopyalamaz, onu yeniden yaratır. B. Croce’ye göre, tıpkı aynadaki görüntüler gibidir sanat, bize gerçekliği değil, gerçeklerin görüntüsünü, kopyasını verir. Bir ressam gördüğü nesneyi ruhundan geçirerek, eğip bükerek tuvaline yansıtır. Bu biçim verme ve oluşturma gücü nedeniyle olsa gerek “Plastik Sanatlar” ifadesi kullanılmıştır. Plastik sanatların içine resim, heykel, mimari, seramik, grafik, özgün baskı girmektedir. Bu grubun plastik sanatlar altında toplanmasının nedeni ise, plastik sözcüğünün Yunancadaki biçim verme, oluşturma gücü anlamından gelmesindendir.
Fakat Picasso’nun “Asla iffetli bir şey değildir!” dediği sanat her zaman özgürlüğe gereksinim duyar. Zira sanatın özü itirazdır. Doğası gereği muhaliftir. Bu yüzden politikacılar hiç hoşlanmaz sanatçılardan. Şair Ahmet Can Akyol’un deyişiyle özgürlüğün olmadığı yerde sanat özgürlüğü zorlar, özgürlük ise sanatın önünü açar. Albert Camus “Dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı” der. Friedrich Schiller “Sanat özgürlük tarafından emzirildikçe büyür” derken, “Sanat da hayat gibi özgür olmalıdır” diyen George Santayana onu destekler.
Sanatçıların her zaman baskıya, işkenceye maruz kalmalarının sebebiyse Marcel Proust’un dediği gibi sanatçıların, hiç söylenmemesi gereken şeylerden söz eden yaratıklar olmasındandır.
Sanatçının çok zeki olması gerekmez ama çok duyarlı olması gerekir. İnsan zihninin en derin tabakalarında yer alan, kendine özgü içgüdüsel yaşamı eşsiz yeteneğiyle maddeye dökebilen kişiye sanatçı denir. Yapıtı orijinal ve kendine özgü olmalıdır. Sanatçı görünmeyen hayalleri görünür biçimler haline getirir. Birçok sanatçı hem romantik hem hayalperesttir; çünkü gerçek dünyada yaşamaya tahammülleri yoktur.
Sanatçı dış dünyadan aldıklarını önce ruhuna gömer, orada onları iyice özümser, yeniden yoğurur, dönüştürür, kendisi kılar ve sonra ruhunun pınarlarından uyumlu bir ezgi halinde dışarıya salar. Herkesin bildiğini başka formda gösteren sanatçının hayata bakışı sıra dışıdır.
Sanatçı toplumun dili, özgürlüğü, kadının sesi olsa da barbarlığa, gericiliğe, ırkçılığa karşı dursa da Ernst Kris’in dediği gibi, onun peşinde olduğu şey, çoğunluk tarafından kabul görmek değil; bazıları tarafından karşılık bulmaktır.
Yorumlar (0)