Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Toprağın ve Hafızanın Geleceği: Tarım Alanları, Zeytinlikler ve Ormanlar Üzerine Yurttaşların Söz Hakkı

Son günlerde TBMM’de görüşülmekte olan yeni yasa tasarısı, zeytinlikleri enerji yatırımları, madencilik ve betonlaşma gibi kullanımlara açmayı kapsıyor. Bu gelişme, hepimizi derinden kaygılandırıyor — çünkü zeytine, ormana, meralara, tarım alanlarına yönelik bu yaklaşım, yalnızca tarımsal değil, aynı zamanda kültürel ve ekolojik bir inkârı da birlikte getiriyor. Zeytin ağacı, bu toprakların binlerce yıllık kültürel hafızasında yalnızca bir bitki değil; yaşamla, sabırla, barışla eşdeğer bir simgedir. Öte yandan, Yasa Tasarısı sadece zeytinlikleri ilgilendirip etkilemiyor; bundan daha geniş bir etki kapsamı söz konu.

Toprağın ve Hafızanın Geleceği: Tarım Alanları, Zeytinlikler ve Ormanlar Üzerine Yurttaşların Söz Hakkı

Yasa Teklifinin Getirip, Götürdükleri

19 Haziran’da TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülen “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 21 maddeden oluşuyor ve başta zeytinlik alanlar olmak üzere, tarım topraklarını, meraları, ormanları, sulak alanları, sit alanlarını ve doğa koruma alanlarını etkileyecek ve hatta bu alanların şirketler tarafından talanına yol açabilecek hükümler içeriyor:

- ÇED mevzuatı etkisiz hale getiriliyor. Şirketlere kolaylık sağlamak amacıyla ÇED süreçleri kısaltılıyor. ÇED süreçleri, yetkili bağımsız şirketler yerine Maden Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından yürütülüyor. ÇED kararı olmadan diğer izin ve ruhsatlar için başvuru yapılabiliyor.

- Ormanların şirketlere devri daha da kolaylaşıyor. Maden alanlarındaki ormanlar, MAPEGʼe devrediliyor.

- Milli parklar, korunan alanlar, sit alanları, sulak alanlar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları enerji ve madencilik yatırımlarına açılıyor.

- Zeytinciliğin Korunması ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkındaki Kanun’un değiştirilmesinin yolu açılıyor ve ülkedeki tüm zeytinlikler tehlike altına giriyor. Özellikle 11. madde, zeytinlik alanlarda enerji üretimi için madencilik faaliyetlerine izin veriyor. Bu madde, zeytinlik arazilerde "kamu yararı" gerekçesiyle madencilik yapılabileceği, ağaçların taşınmasının ya da yerine yenilerinin dikilmesinin yeterli olacağı düzenlemesini getiriyor. Zeytinlik arazilerde yürütülen faaliyetlerde her yıl için rehabilitasyon bedeli alınmasını öneriyor.

- Meralar enerji şirketlerine tahsis ediliyor.

- Yenilenebilir enerji üretim lisansına sahip tesisler için acele kamulaştırma yapılması yetkisi tanıyor ve ÇED olumlu kararı olmadan ilgili izinlere başvuru yapılabiliyor.

- Acele kamulaştırma kararları ile özel mülkiyet hakkı ihlal ediliyor, köylünün tapusu gasp ediliyor.

- Kritik ve stratejik madenler[i] için Cumhurbaşkanlığına ve özel bir kurula yetki veriliyor.

- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na imar planı yapma ve inşaat ruhsatı verme yetkisi tanınıyor.

- Ormancılık ve çevre korumadan sorumlu kurumlar yetkisiz kılınıyor, koruma sağlayan kanunlar etkisiz hale getiriliyor.[ii]

Enerji yatırımları adı altında getirilen bu yetkiler, kamunun doğayı koruma yükümlülüğü yerine, sermayenin hızlı erişimi lehine yapılandırılmış durumda. Yukarıdaki maddelere bakıldığında “kamu yararı”ndan bahsetmek biraz zor görünüyor. Ayrıca iklim değişikliği ile mücadele konusunda uluslararası sözleşmelerde verilen taahhütlere rağmen hala termik santraller için yerin altından kömür çıkarmaya çalışmak, tam bir çelişki. Öte yandan bu madenlerden elde edilecek kazancın, toplumun hangi kesimlerine nasıl bir yarar sağlayacağı da ayrı bir soru.  

Yasa Tasarısının Görüşülmesindeki Usul Hataları

Kanun teklifi, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşmeye açılmış durumda. Oysa teklifte sadece Madencilik, Yenilenebilir Enerji ve Elektrik Piyasası Kanunlarında değil, Çevre, Zeytincilik ve Mera Kanunlarında da değişiklik öngörülmektedir. Bu da konunun diğer ilgili paydaşları olan tarım, ormancılık ve çevre sektörlerini ilgilendiren konularda tek taraflı, toplumun belirli bir sermaye grubunun çıkarlarını gözeten bir görüşme yapılarak Komisyon’dan geçirilmiş durumda. Oysa “kamu yararı” gözetildiği iddia edilen böyle bir Yasa Tasarısının, etkilenecek diğer sektörleri de ilişkilendirerek TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Çevre Komisyonu’nun da dahil olacağız bir müzakere süreci ile görüşülmesi gerekirdi. Mevcut durum, yani konunun ilgili muhatabı olan ihtisas komisyonlarında görüşülmeden ilerletilmiş olması, demokratik müzakere ve denetim mekanizmalarının göz ardı edildiğini gösteriyor. Kamu yararını savunmak ve gözetmek adına Komisyon’daki görüşme sürecine katılmak isteyen Sivil toplum Örgütlerinin zor kullanılarak sürecin dışında tutulmaya çalışılması da “kamu yararı” gerekçesini sorgulanır hale getiriyor.

Uluslararası Deneyimler, Sosyo-ekonomik tercihler: Başarılar ve Uyarılar

Zeytin üretiminin dünya ölçeğinde en gelişkin uygulamaları İtalya ve İspanya'da görülüyor. Bu ülkelerde zeytinlikler yalnızca tarımsal alanlar olarak değil, aynı zamanda kültürel peyzaj, turizm ve biyolojik çeşitlilik açısından da değer taşıyor. Özellikle İspanya’da Endülüs bölgesindeki kooperatifler, çiftçilerin birlikte üretim, işleme ve pazarlama süreçlerini yönettikleri güçlü yapılar kurmuş durumda. Güneş enerjisi projeleri bile bu alanlarda “agrivoltaik sistemler” adı altında, tarımla birlikte ve onu gözeterek tasarlanıyor.

İtalya'da ise zeytin üretimi kamusal desteklerle hem geleneksel yöntemleri hem de biyolojik çeşitliliği koruyacak şekilde teşvik ediliyor. Küçük üreticiler, kırsal kalkınma programlarından doğrudan faydalanabiliyor; bu sayede köyde kalmayı tercih eden genç çiftçilerin sayısı son 10 yılda belirgin biçimde arttı.

Bunun tam karşıtı bir örnek olarak ise Tunus dikkat çekiyor. 1990’lardan bu yana neoliberal yapısal uyum politikaları çerçevesinde zeytincilik, ihracata yönelik, şirketleşmiş ve merkezsizleşmiş bir biçimde yapılandırıldı. Bu model, küçük üreticilerin sistem dışına itilmesine, aşırı su tüketimine dayalı monokültürleşmeye ve yerel halkın zeytinle bağının zayıflamasına yol açtı. Sonuç, hem çevresel hem de toplumsal kırılganlığın artması oldu.

Temiz enerji üretiminin gereği olarak dünyada yenilenebilir kaynaklara yöneliniyor; çatılara, tarlalara kurulan, kendi tüketimi için üretimi esas alan, tüketim noktasında üretilen, böylece hat kayıplarının en aza indirildiği stratejiler ve politikalar izleniyor. Türkiye’deki GES sistemlerinde fiyatlama yapısı, teşvikler ve bütünlüklü yaklaşımların olmaması çatı GES kurulumlarını teşvik etmiyor. Güneş enerjisi sistemlerinde yatırım teşvikleri büyük ölçekli işletmelere yöneliyor. Yurttaş, elektriği pahalı kullanıyor; büyük ölçekli yatırım, dağıtım ve perakende-abone işleri yapan entegre ve az sayıda sermaye grubu yenilenebilir enerji pazarının kaymağını topluyor. Yaygınlaşması için politik zihniyetin kollektivist ve kooperatist anlayışa evrilmesi, sermaye gruplarının baskısına yenik düşmemesi gerekiyor. Bu konuda uygulanabilecek araçlara dair başarılı örnekler fazlasıyla var. Dünyada tüketildiği yerde üretilen elektrik enerjisi oranının %30’un üzerinde olmasına karşın Türkiye’de bu oranın %15 dolayında olduğu belirtiliyor.[iii]

Bu karşılaştırmalar, bizlere Türkiye'de yapılacak tercihin yalnızca teknik bir karar değil, toplumsal model tercihi olduğunu ve iktidarın sosyo-ekonomik politika tercihlerini açıkça gösteriyor. 

Yurttaşlar Ne Talep Ediyor?

  1. Teklifin bütünü gözden geçirilmeli ve doğayı koruyan anayasal ilkelere uygun hale getirilmelidir.
  2. Zeytinliklerin korunması yalnızca bir tarım konusu değildir; toplumsal adalet, demokratik katılım ve kültürel hafıza sorunudur. Ekonomiyle doğa arasında denge kurulamazsa, yalnızca toprağımızı değil, toplumsal vicdanımızı da kaybederiz. Zeytinlik alanlar için mutlak koruma statüsü tanımlanmalı; yerli halk, üretici kooperatifleri ve STK’lar planlama süreçlerine dahil edilmelidir.
  3. ÇED süreci salt bir bürokratik araç değil, halkın ortak denetim mekanizması olarak düzenlenmelidir.
  4. “Kamu yararı” tanımı yeniden tanımlanmalı; yalnızca stratejik ekonomik çıkarlar değil, zirai ve kültürel sürdürülebilirlik gözetilmelidir.
  5. Yasa teklifleri konunun tüm taraflarının katılımıyla hazırlanmalı ve ilgili tüm komisyonlarda müzakere edilmelidir.

[i] Türkiye Kritik ve Stratejik Madenler Raporu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ankara, 2025.

[ii] https://gazeteoksijen.com/turkiye/1985den-beri-30-kez-degistirildi-en-tehlikeli-maden-kanunu-teklifi-tbmmde-gorusulecek-244899

[iii] https://solfasol.tv/elektrikte-yenilenebilir-kaynaklara-ozellikle-de-gunes-enerjisine-yonelmek-gerekiyor/

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir