Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

"Yıldızsız Geceler" ve Barış Umudu

10 Ekim 2015, Türkiye’nin kolektif hafızasında yalnızca bir insanlık trajedisi değil, aynı zamanda devlet-toplum ilişkilerinin doğasını teşhir eden bir kırılma olarak kaydedildi. O gün umutla, coşkuyla ve barışa olan özlemleriyle ülkenin dört bir yanından Ankara’ya gelen yüz bine yakın insanın arasında patlayan bombalar sadece 102 kişi koparıp almadı aramızdan. O gün, yıllar boyu bin bir emekle büyütülmeye çalışılan barış fidanı da kırıldı.

"Yıldızsız Geceler" ve Barış Umudu

Ne olduysa hep

Bu yıldızsız gecelerde oldu

Ne olduysa hep

Güvercin kanadı kırıldığında oldu

Ne olduysa hep

Dağ çiçekleri sarardığında oldu

Ne olduysa hep

Toprak kuruyup çatladığında oldu

Ne olduysa hep

Bu puslu havalarda oldu

 

10 Ekim 2015, Türkiye’nin kolektif hafızasında yalnızca bir insanlık trajedisi değil, aynı zamanda devlet-toplum ilişkilerinin doğasını teşhir eden bir kırılma olarak kaydedildi. O gün umutla, coşkuyla ve barışa olan özlemleriyle ülkenin dört bir yanından Ankara’ya gelen yüz bine yakın insanın arasında patlayan bombalar sadece 102 kişi koparıp almadı aramızdan. O gün, yıllar boyu bin bir emekle büyütülmeye çalışılan barış fidanı da kırıldı. 

Barış mitingine yönelik gerçekleştirilen saldırı, "barış" talebinin nasıl bir tehdit olarak kodlandığını ve bu talebin bedelinin ne denli ağır olabildiğini gösterdi. Ancak bu saldırı başka bir şey daha gösterdi; o da, barışın gerçek doğasına dair bir kavrayıştı. Bir kez daha anlaşıldı ki barış, sadece silahların susması değil, şiddeti üreten tüm mekanizmaların tasfiyesini de içeren bir durumdur. Bu anlamıyla barış bir ateşkes olmanın ötesinde çok katmanlı bir yapısal değişikliği içeren süreçtir. Çatışmasız sürecin tüm taraflarca kabul edilmesi hiç kuşkusuz son derece değerli bir zemindir. Fakat ne kadar iyi ve olumlu bir adım olursa olsun, tek başına silahların susması olsa olsa bu sürecin ilerleyebilmesi için kapı aralayan, yol gösteren bir ilk aşama olabilir. Yani silahsız mücadele aşaması barış için kesinlikle gerekli, ama tek başına yeterli değildir.

Bugün Türkiye’deki barış mücadelesinin ana eksenlerini kabaca üç başlık altında ifade etmek mümkün:

1. Eksen: Etnik-Kültürel İnkâr 

Türkiye’de barış konusu, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunlar ile kurulacak her türlü analitik çerçeveden bağımsız düşünülemez. Onlarca yıldır devam eden çatışmalı süreç, aynı zamanda kimlik, kültür ve anadil üzerinden gerçekleştirilmiş sistematik bir inkâr ve asimilasyonun da tarihidir. 

Bu nedenle barışın ilk önkoşulu, tekçi anlayışın demokratik dönüşümü; kolektif kimlik haklarının tanınması ve anayasal vatandaşlığın çoğulcu bir temelde ve barışçı yollarla yeniden inşasıdır. Bu, Diyarbakır’da Kürtçe eğitim hakkından, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına; anadilde siyaset yapma önündeki engellerin kalkmasından, kolektif kimliklerin anayasal güvenceye kavuşmasına uzanan somut adımları gerektirir.

2. Eksen: İnanç, Toplumsal Cinsiyet ve Kesişen Tahakküm

Barış, Sünni-İslami devleti çağrışımı yapan yapının terk edilerek laik ve eşit yurttaşlık temelinde yeni bir toplumsal sözleşme yapmaktır. Alevi toplumunun, inançlarını özgürce yaşayamamanın ve tarihsel katliamların gölgesinden kurtulabilmesi, ancak inanç kimliği eşitliğinin tanınıp güvence altına alınmasıyla mümkündür. Aynı şekilde, kadın kırımının son bulması, nefret suçlarına karşı etkin koruma ve LGBTİ+ bireylerin yaşam hakkının güvence altına alınması, barışın toplumsal cinsiyet ve inanç boyutunu oluşturur. Barış, ancak tüm bu tahakküm biçimlerine karşı kesişimsel bir direniş hattı ördüğümüzde anlam kazanır.

3. Eksen: Sermaye, Doğa ve Emek Sömürüsü

Şiddetin bir başka boyutu da emeğin sömürülmesi ve doğanın metalaştırılmasıdır. HES’ler, maden projeleri ve kentsel dönüşüm yalnızca ekolojik yıkım değil, aynı zamanda yerinden etme, geleneksel yaşam biçimlerini yok etme ve sermaye lehine mülksüzleştirme süreçleridir. Güvencesizlik, düşük ücret ve sendikasızlaştırma ise şiddetin ekonomik boyutudur. Bu bağlamda barış mücadelesi, doğayla ve emekle barışı da kapsayan bütünlüklü bir direniş hattıdır. 

“Barış Eşittir Çözüm Süreci” Denklemi Doğru mu?

Barış sürecini, basit bir "çözüm süreci" şeklinde algılamak, sadece tekil bir duruma indirgemek, sorunun gerektiği biçimde kavranması açısından yeterli olmaz. Barışı salt bir “çözüm süreci” olarak gören yaklaşım sorunu teknik bir müzakereye indirgemiş olur. Oysaki barış, tekçi yapının demokratik dönüşümünü zorunlu kılan radikal bir siyaset projesidir.

Yani barış, tekçilik temelinde yükselen yapıların ve onların homojenleştirici karakterinin demokratik dönüşümü meselesidir. Tüm bu dönüşümü gerçekleştirebilmenin önkoşulu ise, buna uyum sağlayacak bir politik zemine olan ihtiyaçtır. Nasıl ki betona dikilecek bir ağaç ne kadar sulanırsa sulansın orada büyüyüp gelişemez ve sonuçta kaçınılmaz olarak kurursa, barış da baskının devam ettiği, tekçi yaklaşımların yeniden canlandırılmak istendiği, demokratik dönüşüme ayak direndiği bir ortamda yaşayamaz.

Elbette siyasetin ve demokrasi mücadelesinin üzerinden silahların gölgesinin kalkması, sivil demokratik siyaset zemini için hem çok değerli hem de çok ilerleticidir. Ancak şiddet içeren tüm mekanizmaların değiştirilip dönüştürülmesi ve toplumsal sorunlarımızın çözümünde tüm şiddet biçimlerinin reddedilmesi sağlanmadıkça gerçek bir barış ve demokratik dönüşüm mümkün olmaz.

Sonuçta “barış” diyerek soyutladığımız bu kavram aslında elle tutulur politik bir programı ifade eder.

“Puslu Hava” Dağıldığında

Gar katliamında bizden koparılıp alınan canları, yıldızsız bir gecede ve puslu bir havada güvercin kanadı kırıldığında yitirdik. 

Onların anısı, bize şunu hatırlatıyor: Barış, liberal bir uzlaşı formülü değil, radikal bir demokrasi hedefidir. Bu hedef, tüm şiddet ve zor aygıtlarının demokratik denetime açılmasını, tüm toplumsal kesimlerin haklarının anayasal güvence altına alınmasını, sermayenin doğa ve emek üzerindeki tahakkümünün kırılmasını ve tüm mağduriyetlerin tanınarak onarım mekanizmalarının işletilmesini gerektiriyor.

Barış, nihayetinde, "yıldızsız gecelerin", son bulduğu, “puslu havaların”  dağıldığı, tüm farklılıklarımızla bir arada özgürce var olabildiğimiz bir toplumsal sözleşmenin adıdır.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış