Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Cesaret mi Geri Çekilme mi?

CHP’nin İmralı’da Abdullah Öcalan ile yapılacak görüşmeye katılmama kararı muhalif kesimlerde endişeli bir tartışmaya yol açtı. Böyle olması kaçınılmaz zira karar sadece teknik veya protokole dair bir tercih olarak görülemeyecek kadar önemli bir politik içeriğe sahip. CHP’nin tutumu, Türkiye’nin demokratik geleceğini ilgilendiren bir süreçte, kritik bir politik işaret niteliği taşıyor. DSP, BBP veya HÜDAPAR gibi partilerin görüşmeye katılmaması ile paralellik kurmak ise doğru bir yaklaşım değil. Zira bu partiler ne DEM Parti ile ittifak içerisindedir ne de Kürt meselesine dair demokratik bir perspektife sahiptir. Oysa CHP ülkeyi demokratikleştirme iddiasındaki bir parti olarak sürecin başında masada yer almış, yeni bir dönem inşasında sorumluluk almaya aday bir parti olduğu işaretini vermiştir.

Cesaret mi Geri Çekilme mi?

Tam da bu nedenle İmralı’ya gitmeme kararı, sürecin bu yeni etabında yer almayı reddetmek anlamına gelmektedir. Parti içi dengeler ve taban refleksleriyle açıklanabilecek bu geri çekilme, ittifak siyasetini zayıflatan ve çözüm ihtimalini daraltan bir adımdır. Demokrasi iddiası taşıyan bir parti için, böylesi kritik eşiklerde sergilenen tereddüt, siyasal hafızada kolay kolay silinmeyecek bir kırılma yaratır.

CHP Grup Başkanvekili Murat Emir’in Halk TV’deki sözleri, bu tabloyu daha da ağırlaştırmıştır. Emir, Öcalan’ın adını anmaktan kaçınmış, DEM Parti’yi Kürt seçmenle ayrıştıran yapılan işbirliklerini inkar eden  bir çerçeve kurmuştur. “Kent uzlaşısını Kürt seçmen tabanıyla yaptık” ifadesi çözüm sürecinin politik niteliğini daraltan, ittifak ilişkisini zedeleyen bir söylemdir. Bu dil, yalnızca görüşmeye gitmeme tutumunu değil, istemeden de olsa, DEM Parti’yi dışlama eğilimleri taşıyan daha geniş bir siyasal yönelimin ipuçlarını içermektedir.

Ancak bütün bu gerginliğe rağmen, sürecin asıl belirleyici aşaması henüz gelmiş değildir. Çözümün gerçek niteliği parlamentoda yapılacak düzenlemeler, demokratikleşme adımları ve yeni bir barış perspektifini mümkün kılacak kurumsal dönüşümlerle şekillenecektir. CHP’nin bu aşamalarda alacağı pozisyon, gerçekten barışı ve yeni demokratik bir dönemi kurma iddiasında olup olmadığını gösterecektir.

Tam da bu noktada altı çizilmesi gereken temel bir gerçek var. Türkiye’de barışın toplumsallaşması ve sahici bir demokrasi mücadelesi, CHP tabanı ile DEM Parti tabanının ortak davranmasıyla mümkün olabilir. Bu iki toplumsal kesimin yan yana gelmeden Türkiye’de demokratik bir dönüşümün gerçekleşmesinin çok zor olacağı açıkça görülmektedir. Dolayısıyla hem CHP’nin hem DEM Parti’nin tabanları arasında güven krizini büyütecek tutumlardan özenle kaçınması bir zorunluluktur.

Bu sorumluluk özellikle CHP’nin omuzlarındadır. Devlet geleneğiyle daha iç içe olan, Türkiye siyasetinin merkezinde bulunan ve değişim iddiasını yüksek sesle dile getiren bir parti olarak, demokratik çözümün önünü açacak adımlar atma kapasitesi de, ittifak ilişkilerini güçlendirme yükümlülüğü de CHP’dedir. DEM Parti’nin çabalarını görmezden gelen, Kürt halkını siyasal öznesinden ayrıştırmaya yönelen yaklaşımlar yalnızca ittifakı zedelemekle kalmaz; Türkiye’nin demokratik ufkuna zarar verme riskini de taşır.

Bugün yaşanan gerilim sadece taktiksel bir hata değil, daha büyük bir dönemeç öncesinde ciddi bir işaret fişeğidir. Barış ve demokrasi hattının güçlenip güçlenmeyeceği, CHP’nin bu sorumluluğu üstlenip üstlenmeyeceğiyle doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’nin geleceği açısından mesele tam da budur: Cesaret mi, geri çekilme mi?

Yazar Ahmet Asena

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış