Solfasol: Şöyle başlayalım. Eren, neden adaysın ve neden Keçiören’den adaysın?
Eren Aksoyoğlu: Bugüne kadar hep beraber pek çok şeyi denedik; sokak eylemleri, büyük toplanmalar, tartışmalar, buluşmalar, forumlar... Bütün bu sürecin sonunda geldiğimiz en kötü durumdayız bugün. Dolayısıyla bunların hiçbiri bize çözüm olamadı. Yalnızca, piyasacı ve gerici bir saldırıyı yavaşlayabildiğini gördük ama durduramadığını da gördük. Örneğin, evet Gezi Parkı’na giremediler ama AKM’yi yıkmayı başardılar. Büyük direnişlerin büyük sonuçları olur tezi Türkiye’de işlemedi. Gezi direnişi sırasında
8,5 milyon genç sokağa çıktı ama bu sayıda gencin sokağa çıkması iktidar partisini iktidardan uzaklaştıramadı, ya da Yunanistan’da olduğu gibi bir sol partiyi iktidara getiremedi. Dolayısıyla ben Türkiye için çözümün sadece ve tek başına direniş hareketlerinde olmadığını aynı zamanda bir kadro hareketine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Bu dönemde benim üyesi ve aday adayı olduğum parti CHP dahil çok büyük bir karanlık içerisinde kaldık. Üzerine Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşadığımız hayal kırıklığı hepimizi böyle bir sürecin içine götürdü. Ben bundan bir an önce çıkıp CHP her yerde olmalı, iddiamızın olmadığı yerlerde de güçlü şekilde olmalı diyerek Keçiören’den aday olmanın iyi olacağını düşündüm. Bizim, özellikle benim jenerasyonumun, bugün CHP’nin olmadığı yerlerde örneğin Diyarbakır’da, örneğin Varto’da
ve tabi ki Keçiören’de güçlü adaylarla çıkabilecek mi sorusunun peşinden gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Buna odaklanırsak, bunun için mücadele edersek başarılı olabileceğimize inanıyorum. Bunun dışında bir şansımızın
da olmadığını düşünüyorum. Yoksa hepimiz büyüklerimiz gibi kendi konforlu alanlarımızda yaşar gideriz.
S.: Peki örneğin neden Sincan değil de Keçiören? Keçiören’den aday adayı olmanın özel bir sebebi var mı?
E.: Keçiören Çankaya’nın antitezi. Keçiören, Çankaya’dan sonra Türkiye’nin en büyük ilçesi. Ve ben iktidar Keçiören’de yıkılırsa her yerde yıkılır diye düşünüyorum. Keçiören’i almak, Ankara’yı almak demek, sonraki seçimlerde Türkiye’yi almak demektir.. Çankaya’dan başlayarak Ankara’yı, Türkiye’yi alamazsınız, ama Keçiören’den başlayarak Ankara’yı da Türkiye’yi de alırsınız.
İkincisi ben esnaf çocuğuyum. O tipolojiyi çok iyi tanıyorum. Esnafların pratiklerine çok teşneyim. Bunun çok işe yarayabileceğini düşünüyorum. Üçüncüsü Keçiören’de seçmen davranışının çok hızlı bir şekilde değişebileceğini düşünüyorum. BuSincan için geçerli değil ama Keçiören’de mümkün.
S.: Dolayısıyla politik ve stratejik olarak kazanlıması gereği dışında Keçiören’in teknik olarak kazanılabileceğini de düşünüyorsun.
E.: Evet kesinlikle. CHP çok uzun süredir Keçiören’de
siyaset yapmakla ilgilenmedi. Siyaset yapma isteği olmayınca da özellikle son iki dönemde Turgut Altınok’a, yani AKP’nin karşısındaki diğer muhalif adaya teslim
olduk, ilerleyemedik. Keçiörenli seçmenden uzaklaştık ve sırf bu sebepten dolayı çok sayıda seçmen sandığa gitmedi. Ben, aktif, direngen, kendini anlatma iddiası olan ve solun içini dolduran bir siyasetle Keçiören’in her yerinden oy alınabileceğini düşünüyorum. Bunun çok yakın bir örneği de var elimizde. Yenimahalle
Belediye Başkanı Şentepe’den AKP ve MHP oy bloğunun olduğu bir yerden oy
alabiliyor. Şentepe’de genel seçimlerde AKP ya da MHP’ye oy veren yurttaşlar yerel seçimlerde Fethi Yaşar’a oy verebiliyor. Ben bunu Keçiören’in pek çok bölgesinde yapabileceğimizi düşünüyorum.
S.: Uzun süredir CHP içinde aktif ve aynı zamanda da eleştirel konumunu muhafaza eden bir yerde duruyorsun. Senin tespitlerin ve önerilerinle CHP’nin yerel yönetim politikaları örtüşüyor mu?
E.: Bu tip durumlarda hangi CHP diyerek başlıyorum. Çünkü bir Genel Merkez olarak bildiğimiz klasik CHP var, bir örgütlerde vücut bulan pragmatik bir CHP var. Bir taraftan da seçmen bloğu içerisinde daha özgürlükçü, toplumcu, laiklikten yana olan ama içinde yaşadığı toplumun şartlarına da uyum gösteren CHP tabanı var. Bunlar birbirinden çok uzaktalar. Ben seçmen grubunun olduğu büyük bloğun yanında yer almak ve onlarla birlikte hareket etmek gerektiğini düşünüyorum. Ben Genel Merkezin
de örgütlerin de çok benzer şekilde seçmen bloğunun çözüm odaklı yaklaşımına çok uzak olduğunu düşünüyorum. CHP seçmenini tarif etmek için bize anlatılan ulusalcı seçmen kitlesi kent merkezlerinde yaşayan ve olduğundan büyük gösterilerek gözümüze sokulan bir kitle ve gerçek değil. Dolayısıyla biz kendi seçmen bloğumuza yaklaştığımız zaman, onlarla hareket ettiğimiz zaman, onların dilini kullandığımız zaman başarılı olacağımızı düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi de sınıfsal bir pozisyon alabilmek. CHP’nin gerçek seçmen bloğu devleti hiçbir zaman kendi aygıtı olarak görmedi. CHP seçmeni devlete hep çok uzaktaydı. Oysa CHP’yi temsil eden yönetici eliti ise kendisine ait olmayan devleti sahiplenme, onun bütün saiklerini, pratiklerini sahiplenme dolayısıyla geçmişten yaşanmış büyük acıları bile sahiplenme noktasında durabildi. Buradan bir başarı çıkması mümkün mü? Bence değil.
Ben CHP yönetici elitinin, yereldekiler dahil, tablonun hiçbir noktasına doğru bakamadığını, Sağcıların oyunu almak için sağcıları aday göstermek bizi kendi tahayyülümüzden uzaklaştırdı. Toplum böyle talep ediyor diyerek bunu yapıyoruz. Toplum Mansur Yavaş’ı talep ediyorsa bize ihtiyaç yok demektir. Bize düşen ortaya bir kent tahayyülü koymak ve herkesi buna ikna etmek için çalışmak.
göremediğini düşünüyorum. CHP yönetimi buraları görebilse bambaşka bir Türkiye görecek.
S.: Adaylığın durumunda planın ne?
E.: Birincisi bu adaylık mevzu sağ siyasetin bize dayattığı bir kavram ve bence ikincil. Aslında öncelikle programın konuşulması gerekiyor. Biz nasıl bir programla alacağız. Sosyal demokratların post-fordist dönemde önerebildiği bir üretim ilişkisi yok. Dolayısıyla buradan bir çıkış da üretemiyoruz. Kapitalizmle sosyalizm arasındayız, kapitalizmin eşitsizliğini gidermeye çalışıyoruz ve buradan bir liberal demokrasi çıkar söyleminin
artık hiçbir toplumsal tabakada karşılığı yok. Bu üretim ilişkisini tanımlayamayınca kalkıp Seferihisar gibi birkaç örnek üzerinden kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Sosyal demokratların elinde bulunan 230 belediyeyi bir yana bırakıp komünist Ovacık Belediye başkanını çok sevmesinin sebebi de bu. Çünkü bizim elimizdeki belediyelerde üretim ilişkisine dayalı bir politika söz konusu değil. Kaçınılmaz olarak komünist bir belediye başkanı sempatiyle karşılanıyor.
S: Seferihisar gibi bir örnek üzerinden Keçiören ya da Ankara kazanılabilir mi?
E.: Hayır. Şunun gibi: Köylerde genç yok, gençler kentlerde,üniversite ve Erasmusla yurtdışına gitme peşindeler, work&travel ile dünyayı geziyorlar ama biz hala köy enstitüleri demeye devam ediyoruz. Köy enstitüleri önermesinin gençlerde karşılığı olmadığı gibi Seferihisar örneğinin de Büyükşehir ölçeğinde hiçbir karşılığı yok.
S.: Peki sen nasıl bir yeni yaklaşım öneriyorsun?
E.: Ben CHP’lileri çok öfkeli buluyorum.
Daha sakin kalmayı öğrenmemiz gerekiyor. Toplumla ilişki kurmaya çalışırken sürekli öfke nöbetleri geçirirseniz kimse sizi ciddiye almaz. Söylediklerimizde haklı olsak da bu öfkemizi haklı çıkarmıyor. Kendi tahayyülümüzü yitirmişdurumdayız. Neredeyse 15 yıldır ortaya bir tahayyül koymuyoruz. Bunun yerine bir çözüm partisi görüntüsü veriyoruz.
S.: Ankara için yürütülen Mansur Yavaş tartışmalarını buna mı bağlıyorsun?
E.: Ekmelettin İhsanoğlu’ndan Mansur Yavaş’a sağcıların oyunu almak için sağcıları aday göstermek bizi kendi tahayyülümüzden uzaklaştırdı. Toplum bunu talep ediyor diyerek bunu yapıyoruz. Toplum Mansur Yavaş’ı talep ediyorsa bize ihtiyaç yok demektir. Bize düşen ortaya bir kent tahayyülü koymak ve herkesi buna ikna etmek için çalışmak.
S.: Peki nasıl bir tahayyül bu? Nasıl bir program? E.: Ne olmadığını söyleyerek başlayayım. Şuraya Pazar yeri, buraya kapalı otopark, şuraya tiyatro salonu yapacağız dediğiniz zaman işte bu tam anlamıyla sağcı bir program haline gelmeye başlıyor. Projeciliği biraz geri plana atıp yönetmeye aday olduğumuz kent parçasındaki gerçek ihtiyaçlara ve bunları nasıl karşılayacağımıza odaklanmalıyız. Bu da her yer için ayrı bir gündem demek. Seferihisar’la Keçiören’in ayrılmasının sebebi de bu. Bu da her bir belediye için ayrı bir vizyon belgesini ortaya koymayı gerektirir.
S.: O zaman sorma zamanı, senin Keçiören için önerdiğin vizyon nedir?
E.: Keçiörenlilerin büyük çoğunluğu gününü Keçiören dışında geçiriyor Keçiören’i ise otel
gibi akşam yatıp uyumak için kullanıyor. Kendi oturduğu yerde sosyalleşmiyor. Bu çıkmaza bir de AVM’leri eklediğinizde sorun daha da derinleşiyor. Keçiörenlileri AVM’lerde görmeye başlıyoruz ama sokaklar yine boş. Bunun değişmesi gerekiyor. Fatih köprüsü üzerinde her sabah 45.000 araçKeçiörenden Çankaya’ya doğru geçiyor ve trafiğin sıkışmasına sebep oluyor. Fatih Köprüsündeki tek yönlü bu yoğunluğu bir trafik sorunu olarak görmek sağcı bir bakıştır. Sosyal demokrat belediyecilik Keçiörenli 45000 aracın her sabah neden Keçiören’den Çankaya’ya doğru gittiğini sorgulayıp bu trafiği tersine çevirmek için yapılması gerekeni bulmayı gerektirir. Derdim şu; bu 45000 araç Keçiören’de kalmalı, dahası bu trafik tersine dönmeli. Halbuki kentin ilk üniversitelerinden birisi, Ziraat Mektebi Keçiören’de, Koç Üniversitesinin çok büyük iki arsası var, boş. Kuzey bölgesinde çok büyük ve boş araziler var.
S.: Peki ne olacak da bu trafik tersine dönecek?
E.: Çok uzun vadeli bir iş bu ama çok özetle söylersem Keçiören’i 24 saat yaşayan bir yer halinde getirmeliyiz. Bu da sağcı bir bakışla yapılamaz.
S.: Gençlerle ilgili pek çok şey söylüyorsun program taslağında. Nasıl bir vizyon öneriyorsun onlara?
E.: Keçiören’de çok yılmış ve öfkeli ama pırıl pırıl bir genç kitle var ve çok haklılar bu öfkelerinde. Çünkü onları kimse dinlemiyor, onlara kimse hiçbir şey sunmuyor. Bu da gençlerin bir güvenlik endişesi haline gelmesine sebep oluyor. Bizim
bu gençlerin hayatlarına, onları bizim istediğimiz yerlere çağırarak değil onların olduğu yere köşe başında takıldıkları yere giderek dahil olmamız gerekiyor. Bunu nasıl yapacağımızı programımız yayımlandığında göreceksiniz.
S.: Çankaya, Keçiören çekişmesi, rekabeti olarak görünen ikililiğe nasıl bakıyorsun? Keçiörenli olmaya ayrı bir vurgun var programında. Nedir bu?
E.: Yine özetle anlatayım. Hiçbir yerde Keçiören Belediyesi yazmayacak, başkanın fotoğrafı, ismi olmayacak. Keçiören olacak, Keçiören yazacak, Keçiörenliler olacak, Keçiörenlilerin fotoğrafları olacak.
S.: Peki, aday adaylığın adaylıkla sonuçlanmazsa planın ne?
E.: Ben aday yapılsam da yapılmasam da program konuşmalıyız. Ben aday yapılmazsam yapacağım ilk şey programımı aday yapılacak arkadaşımızın önüne koyup ona destek vermek olacak. Bu da olmazsa programı başka kanallarla yaygınlaştırmak. Çünkü günün sonunda kesin olan şey şu: bu seçimi program kazanacak. Aday ikincil bir durum ve ikincil kalmalı.
S.: Son sorumuz şu; bu program düşünceni
parti içinde istediğin gibi anlatabiliyor musun, istediğin yerlere ulaştırabildin mi, bu fikirlerini? Senin aday adaylığını değerlendirecek olanlar senden ve fikirlerinden haberdar mı? Doğrudan sormak gerekirse Kılıçdaroğlu’na ulaşabildin mi?
E.: Sadece Kılıçdaroğlu’na ulaşmıyor. Orada tuhaf bir şekilde engeller var. Ama onun altındaki kadrolar biliyorlar, bildiklerini biliyorum. İl örgütünden, arkadaş çevremden hatta parti meclisinden güzel sesler geliyor. Ama bunların hiçbirinin yeterli olmadığını biliyorum. Günün sonunda parti içi demokratik süreçlerin işletilip işletilmeyeceği belli değil ve onun dışındaki kanallar da garip bir şekilde tıkalı.
S.: Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
E.: En zor soru bu sanırım. Özetle benim meselem program konuşmak, program konuşturmak ve temel hedefim Keçiörenlilere Keçiören’i sevdirmek. Bunu başarırsak kazanırız.
Yorumlar (0)