Bu nedenle CHP’nin programını “neden kapitalizm karşıtı sosyalist bir program değil?” sorusuyla mahkûm etmek yerine, “kendi ideolojik bütünlüğünün gereğini ne ölçüde yerine getiriyor?” sorusuyla ele almak anlamlıdır. İşte bu sorunun yanıtı bizi CHP’nin 2025 programının merkezine götürüyor.
Program elbette eksiksiz değil. Partinin doğası ve tarihsel kökenleri nedeniyle elbette ekonomik düzeni sınıfsal bir kopuşla yeniden kurma iddiası taşımıyor; sermayenin tahakkümüne karşı radikal bir dil kullanmıyor. Ama bütün eleştirilere rağmen 2025 programı 2008 programına kıyasla çok daha belirgin bir kamuculuk içeriyor. Üstelik bu kez yalnızca “düzenleyici devlet” ezberiyle değil açık bir biçimde “üretici devlet” vurgusuyla.
Yeni program şunu söylüyor: “Devlet, ekonomide yalnızca düzenleyici bir aktör değil; gerekli sektörlerde üretici, yatırımcı ve yönlendirici bir güç olacaktır.” Bu ifade, uzun yıllardır CHP belgelerinde görünmeyen netlikte bir kamusal yönelişin işaretidir. Enerji, tarım, stratejik sanayi kolları ve temel altyapılarda kamunun yeniden sahaya ineceği, yalnızca hakemlik yapmakla yetinmeyeceği, üretim süreçlerine bizzat dahil olacağı ilan edilmektedir. CHP bugün ilk kez, kamucu devlet modelini sadece sosyal hizmet alanında değil, ekonominin omurgasında tarif ediyor.
Ayrıca program özelleştirme politikasını da makyajlamıyor; açıkça eleştiriyor:
“Kar hırsıyla devletin elinden çıkarılmış stratejik kamu varlıkları yeniden kamusal denetime kavuşacaktır. Temel kamu hizmetlerinde özel sektör tekelleşmesine izin verilmeyecektir.” Bu cümleler, Türkiye’de kırk yıllık neoliberal tahakkümün kalbine atılmış kayda değer işaretlerdir. Bu elbette sosyalizm değildir; ama sosyal demokrasinin üretici devlet, aktif planlama ve kamusal mülkiyet anlayışına dönüşüdür.
Solun bazı damarlarında bu gerçeği yok sayma eğilimi var. Oysa sol, yalnızca radikal soyalist söylemlerden değil toplumda hegemonya kurabilecek gerçekçi kamusal adımlardan beslenir. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu saray rejimi bütün bir cumhuriyetçi-kamucu-kentli emekçi blokunun üzerine çökmüş durumdadır. Bu yüzden sosyalistler, sosyal demokratlar ve aydınlanmacı cumhuriyetçiler birbirini dışlayabilecek toplumsal katmanlar değil aksine Türkiye’nin otoriter karanlığına karşı doğal ittifak zeminidir. Sınıfsal, kültürel ve tarihsel olarak farklı kökenlerden gelseler de hepsinin geleceği aynı duvara dayanmıştır: Saray merkezli yağma düzeni, tek adamcı otoriterlik ve cemaatleşmiş devlet aklı.
Bu üç toplumsal damar — sosyalistler, sosyal demokratlar ve aydınlanmacı cumhuriyetçiler — bugün birbirine mahkûm değil, birbirine mecburen yakınlaşmış ve daha da yaklaşmak zorunda kalacak tarihsel müttefiklerdir.
CHP’nin yeni programının kıymeti tam da burada belirir. CHP’nin 2025 programı sosyalistlerin aradığı devrimci kopuşu sunmaz ancak sosyalistler için siyasal alanı genişletir. Sosyal demokratlar için halkçı-kamucu bir program çerçevesi kurar. Aydınlanmacı cumhuriyetçiler için laiklik, bilimsel eğitim, kamusal haklar ve devlet aklının modernleşmesini önceleyen bir omurga koyar. Bu üç kesim aynı programın farklı kapılarından içeri girebilir. Asıl konu da budur: Yeni program, solun tarihsel katmanlarının birlikte hareket edebileceği kamusal bir zemin yaratma potansiyeline sahiptir.
Bu zeminin sosyalizme açılan kapı olduğunu söylemek doğru değildir. Ama bu zemin, sosyal adalet mücadelesinin, eşit yurttaşlık fikrinin, laik kamusal alanın, piyasa karşısında halkı koruyan devlet aklının, yoksulluğa ve güvencesizliğe karşı kurumsal çözümlerin yani tam da Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu kamucu cumhuriyetçiliğin yeniden örülebileceği alandır.
Bugün görev, CHP’ye sosyalist bir çerçevede devrimci bir rol biçmek değil; CHP’nin içindeki kamucu-sosyal demokrat damarları güçlendirerek, sosyalistler ve cumhuriyetçiler için ortak bir siyasal mücadele hattı oluşturmaktır.
Saray rejimi gibi oligarşik bir yapıya karşı, solun tüm damarlarını bir arada tutabilecek olan şey işte bu kamucu, halkçı, laik ve üretici devlet fikridir. CHP’nin 2025 programı, eksikleriyle birlikte, bu fikri yeniden dolaşıma sokmuştur. Bu nedenle tartışma “dağ fare doğurdu” minvalindeki ezberden çıkmalı “bu kamucu zemini birlikte nasıl büyütürüz?” diye yürütülmelidir. Solun geleceği bu sorudadır.
-
Not: Yazı izlek.org ve solfasol.tv'de eşzamanlı yayımlanmaktadır.
Yorumlar (0)