Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Maden Mühendisliği Açısından Soma Faciası Değerlendirmeleri

Soma’da 13 Mayıs 2014 14:45 sularında meydana gelen yangında ortaya çıkan can kayıpları ülkemiz iş kazalarındaki can kayıpları dikkate alındığında en büyüklerden biridir ki bu olayı facia ya da felaket olarak nitelendirmek daha doğru bir yaklaşımdır. Şu ana kadar ortaya çıkan veriler, belirsizliğini koruyan oldukça fazla konunun aydınlatılmasında ve kayıpların nedenlerinin anlaşılmasında yetersiz kalmaktadır. Tüm bunlara rağmen şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür.

Maden Mühendisliği Açısından Soma Faciası Değerlendirmeleri

Kaza sonrasında ilk dikkati çeken konu kriz yönetiminde şeffaflık ilkelerinin benimsenmemesinden ve aramakurtarma (tahlisiye) çalışmalarından kaynaklı sorunlardır. Ocakta, ilk günden itibaren kaç kişinin olduğu açıkça ifade edilmemiştir. Oysa mevzuat açısından ve madencilik pratiği bakımından bir yeraltı işletmesinde ocakta kaç kişi olduğunun bilinmesi zorunluluğu vardır. Söz konusu şeffaflıktan uzak yaklaşım, ciddi bir bilgi kirliliği oluşmasına ve kayıplar hakkında spekülasyonlar üretilmesine neden olmuştur. Madencilik pratiğinin vazgeçilmezi olan tahlisiye ekiplerinin ve kriz yönetiminin yetersizliğinin en belirgin göstergesi AKUT’un (Arama ve Kurtarma Derneği) ve AFAD (Arama ve Yardım Yönetimi Başkanlığı) yetkililerinin ocağa arama kurtarma ekibi olarak girmesi ve girenlerin bir kısmının yaralı olarak çıkmasıdır. Yeraltı madenleri, yıllarca madencilik yapanlar tarafından bile sadece ocağı bilenlerce ve onların rehberliğinde girilebilecek yerlerdir. Bu yaklaşım AKUT ve AFAD ekiplerinin can güvenliğini de tehlikeye sokmuştur. Ülkemiz yöneticileri kazanın ''madenciliğin fıtratında'' olduğunu belirtmiş, maden işletmesi yetkilileri ise görülmedik bir olayla karşı karşıya kaldıklarını ifade etmişleştir.

Çağımızda hiçbir iş kolunda, bu sayıda ölüm işin doğasından kabul edilemez. Madencilik dünyanın en eski mühendisliklerinden biridir ve bir yeraltı kömür ocağında olası tehlikelerin neler olacağı bilinir. Dolayısı ile daha önce hiç görülmedik bir olaya rastlanması neredeyse mümkün değildir. İşletmenin bu ifadesi ihmallerin örtbas edilmesine yönelik bir hamledir. Olayın ardından işletme bölgesinde yakınlarından haber bekleyen aileler günlerce açıklamasız bırakılmış, oldukça kötü koşullarda bekletilmiş, hastane ve morglar arasında koşuşturulmuştur. Kısaca facianın kaotik kriz yönetimi ve yetkililerin özensiz ve talihsiz açıklamaları acılara acı eklemiştir. Kısaca müfettişler tüm Türkiye’de yaptıkları denetimlerde problemleri ve riskleri görerek raporlamışlardır ancak işletmelere yaptırımı olacak bir mevzuat arkalarında olmadığından ocaklar için düzenledikleri raporlarda bunları belirtememişlerdir.

 İşletme, TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri), AFAD ve medya, yangının çıkış yeri ile ilgili olarak çelişkili bilgiler vermektedir. 13 Mayıs’tan beri yanan bir ocakta yangın bitince ocağa girilse bile artık çok sağlıklı bir çıkarım yapacak veri elde edilmesi de pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu çelişkili ifadelere rağmen bilinen bir gerçek vardır ki o da yangının ana havalandırma galerisinde çıkmış olduğudur. Yeraltı kömür ocaklarında yangınlar genellikle kömürün üretildiği ayak adı verilen açıklıklarda beklenir. Hatta bu nedenle gaz ölçüm sensörleri ayakların hava çıkışına konur ki olası kendiliğinden yanma tesbit edilebilsin.

Yangın çıkınca da ayaklar iki tarafında “baraj” denilen engellerle kapatılıp kömürün oksijenle teması kesilerek kontrol altına alınır. Bu ocakta yangının ana havalandırma galerisinde kendiliğinden yanma sonucu çıkmış olması ve daha sonra konveyor yangınına dönüşmesi, normalde kömür kesmemesi gereken ana havalandırma galerisinin yer yer kömür kestiğini ve bu alanların da oksijenle temasının engellenmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu durum bir ocak tasarım problemidir. Ayrıca birçok işçinin “biz günlerdir sıcak kömür kesiyorduk” ifadesi muhtemelen ayaklarda çalışarak kömür üretimi sırasında ortaya çıkan kendiliğinden yanma probleminin tanımıdır.

Bu tür ocaklarda ayaklarda hızlı üretim, yeterli havalandırma gibi birtakım önlemlerle üretimdeki kendiliğinden yanma tehlikesi kontrol altına alınabilir. Ancak ana havalandırma galerisi ocağın ana arteri gibidir. Burada üretim yapılmadığından ve ana nakliye ve havalandırma amaçlı kullanıldığından, havanın hızı yüksektir. Dolayısı ile ortaya çıkacak yanma ürünü gazlar seyreleceğinden, sensör olsa bile (kaldı ki bu galerilerin taşta sürülmesi ve kömür ile temasının olmaması esas olduğundan buralara sensör koymaya da gerek yoktur) limit değerlerin altında ölçüm yapacaktır. Kuşkusuz ocaktaki bu tasarım problemin altında üretim baskısı vardır. Ancak ocağın tasarımını değerlendiren ve onaylayan MİGEM (Maden İsletmeleri Genel Müdürlüğü) ve ana yüklenici TKİ neden bu tehlikeli tasarıma izin verdiklerini açıklamalıdırlar. Bu ocakta çalışma sistemi, ocak koşulları ve ekipman dikkate alındığında (yüksek işçi sayısı, kendiliğinden yanma tehlikesi ve metan varlığı, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ekipmanların yeterli kalitede olmaması vb.), riskin yüksek olduğu ortadadır. Ancak ocağın iş müfettişlerince sık denetlenmesi ve sorunsuz bir ocak olarak nitelendirilmesindeki en temel neden, mevzuatın müfettiş değerlendirmesinde yukarıda söz edilen risklerle ilgili yetersiz olmasıdır. Müfettişlerin raporlarına yazacakları olumsuzlukların, söz gelimi yüksek çalışan sayısının, mevzuata dayalı bir desteği yoktur ve doğal olarak rapora yazılamaz.

Bu nedenledir ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) İş Teftiş Kurulu Başkanlığının 2013 tarihli Maden İşletmelerinde İş Sağlığı ve Güvenliği 2012 Programlı Teftişleri Sonuç Raporunda Soma’da sözü edilen birçok risk faktörü (kesene sistemi, bazı ana galerilerin kömürde sürüldüğü vb.) listelenmiş ve çözüm önerileri verilmiştir. Kısaca müfettişler tüm Türkiye’de yaptıkları denetimlerde problemleri ve riskleri görerek raporlamışlardır ancak işletmelere yaptırımı olacak bir mevzuat arkalarında olmadığından ocaklar için düzenledikleri raporlarda bunları belirtememişlerdir. Sorunlara dair benzer saptamalar ve öneriler 2010 tarihli TMMOB Maden Mühendisleri Odası, Madencilikte Yaşanan İş Kazaları Raporunda, 2010 tarihli TBMM Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporunda ve 2011 tarihli Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Araştırma ve İnceleme raporunda da listelenmiştir.

Burada tüm bu raporlara rağmen madencilik sektöründeki problemlerin giderilmesi için neden yeterli bir mevzuat iyileşmesinin yapılmadığı sorgulanmalıdır. Bu madenin yıllık 3 milyon tonluk üretiminin maliyetinde güvenlik, risk azaltma ve sosyal yatırımların maliyetleri hesaba katılsaydı acaba madeni bu şekilde çıkarmak mümkün olur muydu? Öte yandan iş müfettişlerince yapılan değerlendirme bir dış değerlendirme sürecidir ve madencilik gibi oldukça dinamik koşulları olan bir sektörde ocak güvenliğinin bu denetlemelere dayandırılması mümkün değildir. İç denetim mekanizmaları ise bağımsızlıktan yoksun olduklarından yeterli etkinlikte değildir. Ancak madencilik sektöründeki güvenlik konusunun denetim odaklı ele alınması da yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü kendi içinde bu kadar dinamik olan bir sistemin güvenliği ancak işletmelerin içselleştirdiği güvenlik kültürü ile sağlanabilir ve denetleme bu kültürün destekleyicisidir.

Dolayısı ile facia ile ilgili olarak denetlemede her ne kadar problemler olsa da asıl sorgulanması gereken işletmelerde güvenlik kültürünün neden yeterli olmadığı, bunun oluşturulması için yetkili kurumların neden etkin stratejiler geliştirmediği ve sektörün bu konuyu neden göz ardı ettiğidir. Bir maden işletmesi, bir ülkenin ve gelecek nesillerinin tükenen kaynağını işlettiği için, bu cevheri maksimum kârla işletmek zorundadır. Dolayısı ile ister devlet ister özel sektör tarafından işletilsin, bir yeraltı kaynağı zarar edilerek işletilemez. Eğer zarar ediliyorsa işletilmemelidir. Devletlerin madencilik politikaları ve mevzuatı da bu ilkeyi benimsemelidir. Ekonomiklik hesabında üretim maliyetleri belirlenirken güvenlik maliyeti, riskleri azaltma maliyetleri, madenciliğin sosyal yatırımlarının maliyetleri de hesaba katılır. Bu madenin yıllık 3 milyon tonluk üretiminin maliyetinde güvenlik, risk azaltma ve sosyal yatırımların maliyetleri hesaba katılsaydı acaba madeni bu şekilde çıkarmak mümkün olur muydu?

Bu hesabın MİGEM ve TKİ tarafından yapılarak kamuoyuna sunulması gerekmektedir. Yapılan tüm değerlendirmeler ışığında Soma’da yaşananlar madenciliğin doğasında olan ve gerçekleşmesi kaçınılmaz olarak görülebilecek bir iş kazası niteliğinde değildir. Kayıpların bu kadar çok olmasında birçok faktör ve aktörün rol oynadığı bir domino etkisi söz konusudur. Yeraltı kömür madenleri, madenciliğin en gelişmiş olduğu ülkelerde dahi hala en riskli madencilik sektörüdür. Riskleri azaltmanın en iyi yolu yeraltında maksimum mekanizasyon ve minimum insan gücü ile çalışılmasıdır.

Ülkemiz madencilik sektörünün büyük çoğunluğu yüksek başlangıç yatırım maliyeti gerektiren mekanize sistemler yerine, düşük başlangıç yatırımı maliyeti olan yüksek işgücüne dayalı işletmeleri tercih etmektedir. Bu tercihler, yatırımcılara işletme izini veren kamu kurumlarınca onaylanmaktadır. Soma’da olduğu gibi kamunun hizmet alımı yapması durumunda da özel sektörün bu şekilde madencilik yapmasına izin verilmektedir. Mekanize sistemle 3 milyon ton üretim yapan bir yeraltı kömür madeninin yaklaşık işçi sayısı 700-900 civarındadır. Ülkemizde bu boyutta üretim yapan yeraltı maden ocaklarının çoğunun işçi sayısına bakıldığında bu rakamlar 2500-4500 arasında değişmektedir ki herhangi bir kaza anında etkilenecek işçi sayısı doğal olarak artmaktadır.

Bu aslında güvenli madencilik yapmaya yetersiz yatırım gücü olan birtakım küçük sermayenin birçok vatandaşımızı riske atarak zenginleşmesinden başka bir amaca hizmet etmemektedir. Kazanın olduğu andan itibaren üstünde çokça yorum yapılan ''yaşam odaları'' da zaten bu tür madencilik yaklaşımları için uygun değildir. Yaşam odalarının ocaktaki çalışan sayısının iki katı kadar kapasitede olması gerekir. Bu ocak için gerekli sayı 45-50 dir ki pratik olarak uygulanabilir değildir. Ayrıca bu odaların ocaktaki dağılımı, kimlerin hangilerini kullanacağı, içinde ne kadar süre kalacakları ve neler yapmaları gerektiği gibi düzenlemeler ve eğitimler olmadan bu odaların kullanımı etkin olmadığı gibi, kaza anında daha fazla kayıp oluşmasına da neden olabilecektir. Kömür madenlerinde yaşam odaları yaklaşık 36 saatlik süreler için tasarlanır.

Özellikle yangın ve göçük durumunda yaşam odalarının etkin olmayacağı ihtimali nedeni ile yeraltı çalışanlarının ferdi kaçış konusunda eğitilmeleri ve kendilerini kısa zamanda ocak dışına çıkaracak kişisel donanımlara sahip olmaları daha önemlidir. Kısaca yaşam odalarına ait protokoller ve mevzuat geliştirmeden madenlerde bunun kullanımını zorunlu kılmak “nasılsa yaşam odamız var” gibi bir güvenlik zaafiyetine neden olacak ve kazalarda daha çok kişinin kaybına zemin hazırlayacaktır. Yaşam odalarının bir çareymiş gibi günlerce kamuoyunu meşgul etmesi sadece bunu sağlayan üreticilerin karlarının artmasına hizmet edecektir. Yaşam odası olsa bile yeraltında bu kadar çalışanı olan bir maden işletmesinin kayıpları yine çok olacaktır. Asıl yapılması gereken kömürün minimum işgücü, maksimum teknoloji ve ekipmanla çalışacak üretim sistemlerine ve içselleştirilmiş bir güvenlik kültürüne sahip ocaklara sahip işletmelerle üretilmesini sağlamaktır.

Bu amaçla hem yasama organlarının ilgili mevzuat düzenlemesi yapması, hem sektörün modern madencilik prensipleri ile madencilik yapması ve kötü madencilik pratiği olan madenleri en kısa zamanda dönüştürmesi, hem madenciliğin ekenomik aktivitenin ana aktörü olduğu bölgelerde (Soma, Zonguldak vb.) işgücünün çalışabileceği alternatif sektörler yaratacak politikaların üretilmesi, hem de yeni sistemin teknolojik gereklerinin yerli kaynaklarla sağlanması için Ar-Ge çalışmalarının teşvik edilmesi gerekmektedir. Kömür madenciliğine özel, bir mevzuat düzenlemesi yapılmalıdır. Ayrıca işçi sağlığı ve iş güvenliği standardları da bu mevzuatta kantitatif standardlar ile yer almalıdır. Maden işletmelerinin hem güvenlik hem çevre hem sosyal hem de üretim konularında performanslarının ölçülmesi ve güvenlik kültürünün oluşturulmasını zorlayıcı mevzuat düzenlemeleri şarttır. Bu aslında güvenli madencilik yapmaya yetersiz yatırım gücü olan birtakım küçük sermayenin birçok vatandaşımızı riske atarak zenginleşmesinden başka bir amaca hizmet etmemektedir.

 Ülkemiz madenciliğinin hâlâ mekanizasyon ve güvenlik teknolojilerinde yetersiz olması ve iş gücüne dayalı madencilik pratiğinin geçerli olması, riski azaltacak bir yaklaşım değildir. Facianın gerçekleştiği ocaktan çok daha kötü koşullarda ve çok daha fazla işçi sayısı ile madencilik yapan hem bu ocağın komşusu olan hem de başka kömür havzalarında işletmeler vardır. Bu işletmeler de her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. Bu nedenle tüm maden işletmeleri için nicel bir risk değerlendirmesi yöntemi kullanılmalı ve bu ocakların göreceli risklilik seviyeleri belirlenmelidir. Tüm maden işletmelerindeki kazaların can kaybı, yaralanma ve diğer kayıplarla birlikte kayda alınacağı, ulusal bir veritabanı ve portalla değerlendirilebileceği bütüncül bir veri toplama yaklaşımı geliştirilmeli ve sayısal risk değerlendirmelerinde kullanılmalıdır. Madencilik sektöründeki denetleme ve iş güvenliği mühendisliğinin hem işletmenin iç denetim mekanizmaları hem de dış denetim mekanizmaları göz önüne alınarak bağımsız ve tarafsız hale getirilmesi için süreç ve mevzuat değişiklikleri ile yeterli sayıda ve yetkinlikte insan kaynağı oluşturulması gerekmektedir.

Ocaklarda yapılan düzenli tatbikatların etkinliğinin ölçülerek raporlandığı ve sürekli iyileştiğinin gösterildiği bir süreç tanımı yapılmalı ve bu süreç bağımsız yapılarca izlenmelidir. Ocaklarda simulasyona dayalı eğitimlerle güvenlik kültürü ve risk algısının değişimine yönelik teknolojik araçlar kulanılmalıdır. Yaşam odalarının ocaktaki çalışan sayısının iki katı kadar kapasitede olması gerekir. Maden mühendisliği eğitiminin en temel araçlarından biri stajlar ve saha ziyaretleridir. Üniversitelerdeki maden mühendisliği öğrencilerinin staj için gittikleri bu ocaklar risk seviyelerine göre sınıflandırılarılmalı ve öğrencilerin yüksek riskli ocaklarda staj yapabilmelerinin standardları belirlenmelidir. Bu konuda, tüm üniversiteler ve ilgili sivil toplum kuruluşları ortak bir çalışma yapmalıdır.

Ülke ihtiyacından fazla maden mühendisi yetiştiren üniversitelerde araştırma ve eğitim kaynakları olması gerekenden daha fazla bölüme bölündüğünden üniversitelerin kendilerini geliştirmek için (insan kaynağı, araştırma altyapısı vb) ihtiyaç duydukları kaynak yetersizdir. Ayrıca yeterli altyapısı olmayan bölümlerin mezunlarından sektör memnun değildir. Üniversitelerin sektörün ihtiyacına yönelik yeterli donanımda mühendis yetiştireceği daha az sayıda ve daha çok donanımlı bölümler olabilecek şekilde yapılandırılması gerekmektedir. Madencilik pratiğinin ihtiyacı olan ileri düzey araştırmaların üniversitelerce yapılmasını sağlayacak öncelikli alanlar ile bu alanlarda araştırmayı destekleyecek fonların oluşturulması gerekmektedir.

Donanımlı mühendislerin madenciliğin yapıldığı kırsal alanlarda etkin çalışabilmesini sağlayacak şekilde sektörde yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. Modern kentsel yaşam imkanlarının bulunmadığı madencilik kasabalarında ya bu şartların sağlanması ya da mühendislerin kendi seçimleri olan şehirlerde yaşarayak on/off sistemi (3-4 hafta iş yerinde açılıp, 1.5-2 hafta izinli olarak asıl yaşanılan yerde yaşamak) olarak adlandırılan çalışma sistemlerine geçilmesi gerekmektedir. Madenciliğin ölçek ve güvenlik ekonomisine göre sürdürülebilir bir şekilde yapılması için ülkemiz madencilik politikalarının gözden geçirilmesi şarttır. Bu amaçla sürdürülebilirlik ölçütlerinin belirlenmesi ve politikaların bu ölçütlere göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir maden işletmesinin üretim yapmaması ciddi bir ekonomik kayıptır ve kayıp tüm vatandaşların kaybıdır.

Dolayısı ile facianın olduğu işletmenin üretim yapmamasından, çalışanların gün kaybından ve diğer hususlardan kaynaklı kayıpların hesaplanarak kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Vefat eden vatandaşlarımızın yakınları (özellikle kadınlar) ve ocaktan sağ ya da yaralı kurtulan işçi ve mühendislerin facia nedeni ile maruz kalabilecekleri yaşam kalitesi düşmeleri belirlenmelidir.

 Ocağın kapatılması nedeni ile çalışamayan tüm mühendis ve işçilerin kayıpları da değerlendirilmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Tüm rezervlerin uluslararası standardlar uyarınca bağımsız uzmanlarca hesaplanması için mevzuat ve insan kaynağı geliştirilmesi gerekmektedir. Yaşam odalarının bir çareymiş gibi günlerce kamuoyunu meşgul etmesi sadece bunu sağlayan üreticilerin karlarının artmasına hizmet edecektir. Yapılan tüm değerlendirmeler ışığında Soma’da yaşananlar madenciliğin doğasında olan ve gerçekleşmesi kaçınılmaz olarak görülebilecek bir iş kazası niteliğinde değildir. Kayıpların bu kadar çok olmasında birçok faktör ve aktörün rol oynadığı bir domino etkisi söz konusudur.

Kamuoyu vicdanını bu kadar yaralayan bir facia hakkında tüm teknik detaylar biliminsanları tarafından değerlendirilmek üzere açıklanmalıdır. Her ne kadar olaya savcılık el koymuş ve soruşturma başlatılmış olsa da bilimsel değerledirmeler yapabilmek için gerekli olan verilerin toplanması konusunda bir çalışma yaparak yeni veriler ışığında değerlendirmelere devam etmek gerekmektedir. Böyle bir facianın kurbanı olan maden işçileri ve meslektaşlarımız ile onların aileleri için elimizden malesef fazla birşey gelmese de ve bu durum canımızı çok fazla yakıyor olsa da ülkemizin bir daha bu türden acılar yaşamaması için konunun doğru analiz edilmesi boynumuzun borcudur.

Bu facia tüm vatandaşlarımızın yüreğinde yara açmıştır ve acılar ancak, her ölçekteki sorumlular bulunup gerekli cezaları alınca, gerekli dersler çıkarılıp madenciliğimizin modern madencilik standartlarında yapılması yaygınlaşınca ve hâlihazırdaki can kayıpları oranı madencilikte ileri ülkeler seviyesine düşünce hafifleyebilecektir.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış