Araştırmada özetle şu sonuçlara varıldı:
KHK’lı katılımcıların önemli bir kısmı 9–15 yıl kıdeme sahiptir. Kıdemli personelin ihraç edilmesi, karar süreçlerinde bireysel performans veya kurumsal ihtiyacın değil, politika temelli toplu tasarrufların etkili olduğuna işaret etmektedir.
Bu durum, katılımcıların gözünde ihraç sürecinin “kişisel kusura değil, kategorik değerlendirmelere dayandığı” algısını güçlendirerek adalet duygusunu zedelemekte ve devlet–vatandaş ilişkisini uzun vadede yıpratmaktadır.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gerçekleştirilen KHK uygulamalarının gerekliliği ve hukuki meşruiyetine ilişkin görüşleri sorulan katılımcıların %91,4’ü “Hayır, gerekli değildi” yanıtını vermiş; bu yüksek oran, uygulamanın toplumsal algıda ciddi bir hukuki ve adil yönetim krizi yarattığını göstermektedir.

Bu sonuç, KHK’ların amaç-araç dengesini kaybettiği ve kitlesel bir cezalandırma aracına dönüştüğü yönündeki algıyı desteklemektedir.
Katılımcılar, suçun şahsiliği ilkesine uygun olmayan, bireyselleştirilmemiş bir yargılamaya tabi tutulmadan işten çıkarılan yüz binlerce kişi nedeniyle uygulamayı adaletsiz ve gereksiz bulmaktadır.
Bulgular, sürecin suçun şahsiliği ilkesini ihlal ettiğini ve somut delillere dayanmayan kararların suçsuz bireylerin haksız yere cezalandırılmasına yol açtığını ortaya koymaktadır. Bu durum, hukuki ve idari süreçlere duyulan güveni zedelemekte, adalet ve hakkaniyet algısında derin bir yara bırakmaktadır.
Ayrıca, katılımcıların kabulü, KHK uygulamalarının toplu cezalandırma aracı olarak algılandığını ve sürecin terörle mücadele amacını aşarak geniş kapsamlı bir tasfiye ve sosyal damgalama etkisi yarattığını göstermektedir.
KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANDI: %88.7

Katılımcılar, yargılamaların meşruiyet ve objektiflikten uzak, bireyselleştirilmemiş ve keyfi bir şekilde yürütüldüğü kanısında. Bu durum, idari kararların yeterli inceleme ve delil teminine dayanmadığı, savunma mekanizmalarının etkisiz kaldığı algısını güçlendirmektedir. Hukuki usul güvencesinin ihlali, sürecin yalnızca amaçsal olarak değil, yöntem ve uygulama açısından da kabul edilemez olduğunu ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, soru, KHK sürecinin hukuki meşruiyetini yitirdiğini ve temel hukuki güvencelerin göz ardı edildiği yönündeki kolektif kanaatin en belirgin şekilde ortaya çıktığı bulguyu temsil ediyor.
ADİL YARGILANMADIK: %98.8

OHAL KOMİSYONU BAŞARILI ÇALIŞMADI: %99
Bu soruya verilen neredeyse oybirliği niteliğindeki olumsuz yanıt, OHAL Komisyonu’nun KHK sürecinde üstlendiği temel işlevi yerine getiremediği yönünde güçlü ve kolektif bir kanaat bulunduğunu gösteriyor.
Katılımcılar, Komisyon’un hem kurumsal yapısına hem de işleyiş biçimine yönelik ciddi güvensizlik taşımaktadır. Bu güvensizlik, yalnızca karar süreçlerinin yavaşlığına değil, daha kapsamlı kurumsal sorunlara işaret ediyor.

Savunma hakkının, delillere erişimin ve şeffaflığın yetersiz olduğu yönündeki genel algı doğal olarak bu kuruma da taşınmıştır. Böyle bir bağlamda Komisyon, hukuki bir denetim makamı olmaktan ziyade, süreci uzatan ve mağduriyetleri kalıcılaştıran bir idari filtre olarak değerlendiriliyor.
Ayrıca, Komisyon’un binlerce dosyayı makul sürede inceleyebilecek kapasiteye sahip olmadığı yönündeki yaygın kanaat, kurumun çözüm üretme işlevini zayıflatıyor.
KHK’LILARIN ÖZEL ŞİRKETTE ÇALIŞMASI SAKINCALI DEĞİL: %98,2
“SİVİL ÖLÜMÜ” ÇAĞRIŞTIRIYOR!
KHKlıların özel sektörde çalışma hakkının engellenmesini, temel insan haklarının ihlali olarak değerlendirdiklerini gösteriyor. Buradaki temel mesele, hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan bir bireyin masumiyet karinesi gereği ekonomik ve mesleki hayatına devam etmesi gerektiği yönündeki güçlü algı.
Bu yaklaşım, literatürde “sivil ölüm” olarak tanımlanan durumu çağrıştırıyor. Kişinin yalnızca kamu görevinden değil, ekonomik hayatın bütün alanlarından dışlanması, onu sosyal ve ekonomik varoluş imkânlarından mahrum bırakarak sivil hayatın dışına itmektedir.
HAKLAR SADECE MAHKEME KARARIYLA İADE EDİLMELİ

Katılımcıların tercihi, göreve iade sürecinin siyasi iradenin değişkenliğine bağımlı olmaması gerektiği yönünde. Bu yaklaşım, sadece teknik bir çözüm talebi değil, aynı zamanda KHK mağdurlarının:
- Haklarının korunması,
- Gelecekte olası siyasi değişikliklerde geri alınamaması,
- Hukuki aklanmanın kesinleştirilmesi
gibi beklentilerini yansıtıyor. Buradan, KHK sürecinde yaşanan belirsizlik ve idari mekanizmalara güvensizlik, hukuki çözüm arayışının temel motivasyonu olarak ortaya çıkıyor.
%20,7’lik “Hayır” yanıtı, hukuki güvenceye karşı çıkmayı değil, çözümün hız ve kapsamını önceliklendiren bir yaklaşımı yansıtıyor. Bu kesim, uzun süren yargı süreçleri yerine toplu iade veya yasal düzenleme yoluyla daha hızlı ve kapsamlı bir çözüm beklemekte, böylece hukuki güvence ile çözüm hızı arasında bir denge arayışını ortaya koyuyor. Katılımcıların mahkeme kararı talebi ise, hukuki aklanmayı kesinleştirmenin yanı sıra, siyasi otoriteden bağımsız, tarafsız bir hak iade mekanizması oluşturma isteğini de gösteriyor.
Bu bağlamda, hukuki meşruiyet ve istikrar, KHK mağdurları için temel bir öncelik olarak öne çıkıyor, hak iade süreçleri yalnızca görevlerin geri verilmesiyle sınırlı kalmayıp, toplumsal ve bireysel itibarın yeniden tesis edilmesiyle de ilişkilendiriliyor.
Haksız ihraçların yakın çevrede yaygın olarak gözlemlenmesi, mağduriyetin bireysel bir hata veya münferit bir olay olmadığını, aksine toplumsal düzeyde kolektif bir adaletsizlik biçimi olarak deneyimlendiğini gösteriyor.
KHKLAR TOPLUMDA ADALET VE GÜVENİ OLUMSUZ ETKİLEDİ
Yüksek olumsuz yanıt oranı, hukuk devleti ilkesine ve kurumsal tarafsızlığa olan inancın neredeyse tamamen sarsıldığını ortaya koyuyor.
KHK uygulamalarının yol açtığı bu yaygın olumsuz algı, toplumsal ilişkilerde güvensizlik, kurumlara karşı mesafelenme ve geleceğe yönelik belirsizlik gibi sonuçlar doğurmuş. Bu bağlamda, %98,7’lik olumsuz yanıt, mağduriyetin yalnızca bireysel değil, toplumsal bir kriz haline geldiğini ve adalet ile güvenin yeniden tesis edilmesinin, KHK sürecinin çözümünde en uzun vadeli ve en zorlu hedef olduğunu ortaya koyuyor.
İLGİSİZ KURUMLAR DA KHK İLE KAPATILDI: %79,5

Katılımcılar, bazı kurumların kapatılmasının dayanağının net olmadığını düşünüyor ve bunun orantılılık ilkesine aykırı olduğu algısına sahip. Bu durum, uygulamaların amaçtan sapmış ve adeta toplu bir cezalandırma niteliği taşıdığı izlenimini güçlendiriyor.
SENDİKA VE BANKA SUÇLAMA KONUSU OLMAMALI: %98,7
Katılımcıların çoğunluğu, sendika üyeliği ve banka hesabı gibi dayanakların kabul edilemezliğini vurgulayarak yalnızca kendi haklarını değil, tüm sistemin keyfi uygulamalardan arındırılması gerektiği yönünde kolektif bir talep ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, bu veri, KHK mağdurları açısından temel hukuki güvencelerin feda edildiğini ve hukuk devletinin öngörülebilirlik ilkesinin yeniden tesis edilmesinin zorunlu olduğunu gösteriyor.
GERİ DÖNMEMİZ GÜVENLİK RİSKİ OLUŞTURMAZ: %99,1
Katılımcıların neredeyse tamamının “Hayır” yanıtını vermesi, ihraç kararlarında ileri sürülen güvenlik gerekçelerinin temelsiz ve haksız olduğu yönündeki güçlü ve mutlak bir kanaati yansıtıyor. Bu, KHK mağdurlarının kendilerine atfedilen “terör bağlantısı” veya “güvenlik riski” damgasını reddettiğini ve bu damgalamaya karşı etkin bir itibar savunması geliştirdiğini gösteriyor.
GENEL AFLA İADE EKONOMİYE KATKI SAĞLAR %98,1
Katılımcılar, ihraçların yalnızca bireysel hak kaybına yol açmadığını, aynı zamanda ülke için önemli bir beşeri sermaye kaybı ve ekonomik maliyet oluşturduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, KHK’lıların yeniden istihdam edilmesi, sadece kendi gelir ve istikrarlarını geri kazanmalarını sağlamakla kalmayıp, üretkenliği, vergi gelirlerini ve genel ekonomik canlılığı artıracak bir politika olarak görülğyor.
KHKLILAR İÇİN YASA YA DA AF ÇIKARILSIN: %92,9
Katılımcıların beklentisi, yalnızca geçmiş mağduriyetlerin giderilmesine yönelik bir hak iadesi değil; aynı zamanda bu süreçte ortaya çıkan hukuki belirsizliklerin ve yapısal sorunların kalıcı biçimde çözüme kavuşturulmas. Bu çerçevede “iade”, “itibar onarımı”, “göreve dönüş imkânı”, “sosyal statü ve mesleki hakların tanınması” gibi talepler, sistemsel bir düzenlemeye duyulan ihtiyacın boyutunu ortaya koyuyor.
KHKLAR TÜRKİYENİN İMAJINI OLUMSUZ ETKİLEDİ: %99,1
Katılımcıların bu yüksek düzeydeki ortak görüşü, KHK sürecinin insan hakları standartları, hukukun üstünlüğü ve demokratik normlarla uyumuna dair ciddi kuşkular yarattığını ortaya koyuyor. Uluslararası kuruluşlar ve yabancı devletlerin Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin mağdurlar nezdinde karşılık bulması, ülkenin demokratik görünürlüğü ve hukuki güvenilirliği açısından bir zedelenme algısının yerleştiğini gösteriyor.
ÇOCUKLARIMIZ OKULDA VE İŞTE AYIRIMCILIĞA UĞRADI: %91,8

KHK’lıların çocuklarının okulda ya da iş yaşamında ayrımcılığa maruz kaldığını düşünenlerin çok büyük bir çoğunlukta olması, sürecin etkilerinin yalnızca bireylere değil, doğrudan ailelere ve özellikle çocuklara kadar uzandığına dair güçlü bir algıyı ortaya koyuyor. Bu sonuç, KHK uygulamalarının yalnızca kişisel bir hak kaybı üretmediğini; aile içi dengeleri, çocukların sosyal statüsünü ve nesiller arası fırsat eşitliğini etkileyen daha geniş kapsamlı bir toplumsal sorun yarattığını gösteriyor.
İHRAÇ NEDENİMİZ ASILSIZ İHBAR VE HUSUMET
KHK mağdurlarının büyük çoğunluğu (%66,8), ihraç kararlarının asılsız ihbarlar veya kişisel husumetler nedeniyle alındığına kesin olarak inanıyor. Bu, karar süreçlerinin nesnel hukuki delillerden ziyade subjektif ve kötü niyetli etkenler tarafından şekillendiği yönündeki güçlü algıyı yansıtıyor.
OHAL KOMİSYONUNDAN UMUTLUYDUM: %25
Katılımcıların büyük çoğunluğunun (%88,8) başvuruların sonuçlanması konusunda olumsuz veya kararsız bir başlangıç beklentisine sahip olması, Komisyon'un kurumsal meşruiyetini başvuru anında bile tesis edemediğini ve hukuki bağımsızlığına dair derin şüpheler taşındığını kanıtlar nitelikte. Bu düşük başlangıç umudu, sadece bir güven bunalımı değil, aynı zamanda olası hayal kırıklıklarının etkisini azaltmayı hedefleyen psikolojik bir savunma stratejisi olarak işliyor.
İHRAÇ EDİLMEM KURUMUMU OLUMSUZ ETKİLEDİ: %63,4
Katılımcıların büyük bölümü, ihraçların ardından kurumlarda iş yükünün arttığını, görev dağılımında dengesizlikler oluştuğunu ve uzmanlık gerektiren bazı pozisyonlarda boşluk meydana geldiğini ifade ediyor. Bu durum, kurumsal hafızanın zayıflaması ve iş süreçlerinin yavaşlaması gibi yapısal sorunlara da işaret ediyor.
GÖREVE İADE EDİLİRSEK ÖNYARGIYLA KARŞILAŞABİLİRİZ
Mağdurlar, iade edilseler bile adil görev dağılımı, terfi ve kariyer gelişimi gibi konularda ayırımcılığa uğrayacaklarını düşünüyor. Hukuken aklansalar dahi, kurum içi ilişkilerde “riskli personel” olarak görülmeleri olasıdır; bu da iade sürecinin sadece idari bir işlem olmaktan çıkıp psikolojik ve sosyal bir boyut kazandığını ortaya koyuyor.
Bu kaygılar, KHK sürecinin yarattığı genel dışlanma ve ayrımcılık deneyimiyle bağlantılı gibi görünüyor. Mağdurlar, sosyal çevrelerinde yaşadıkları dışlanmanın kurumsal ortamda da tekrarlanabileceğini düşünüyor. Bu durum, iade edilen kişilerin yeniden entegrasyonunun hukuki kararlardan bağımsız olarak, kurum içinde özel müdahaleler ve kültürel değişim programlarıyla desteklenmesi gerektiğini gösteriyor.
ÖNEMLİ OLAN HUKUKEN TAMAMEN AKLANMAK
KHK mağdurları için hak arayışında öncelik, maddi veya mesleki kazanımlardan ziyade hukuki ve manevi itibarın yeniden tesisi.
Hukuki aklanma talebi, KHK sürecinin yarattığı damgalanma ve sivil ölüm deneyimiyle doğrudan ilişkili. Toplu ihraçlar sonucunda bireyler hem sosyal hem de hukuki anlamda bir “lekelenme” ile karşı karşıya kalmış, özel sektörde çalışma kısıtlamaları ve toplumsal dışlanma gibi etkiler, ekonomik kayıptan daha ağır bir yük oluşturmuş. Bu nedenle, çözümün bu lekeyi tamamen ortadan kaldıracak nitelikte olması bekleniyor.
ÖZEL SEKTÖRDE AYRIMCILIĞA UĞRADIM: %87,7
KHK kararı sonrası, mağdurların özel sektörde iş başvurularında ayırımcılığa uğradığı algısı oldukça yaygın. Bu durum, KHK statüsünün bireyler üzerinde yalnızca kamu sektörünü değil, özel sektör işgücü piyasasını da etkileyen kalıcı bir damgalama yarattığını ortaya koymakta. Hukuken suçsuz olan kişiler, statü nedeniyle işverenler tarafından riskli veya prestij açısından sorunlu görülmekte ve bu nedenle istihdam fırsatlarına erişimleri ciddi biçimde kısıtlanmakta.
SOSYAL ÇEVREMDEM DIŞLANDIM: %81,7
KHK süreci, mağdurların sosyal çevrelerinde ciddi dışlanma ve damgalanma yaşamasına yol açmıştır. Katılımcıların büyük çoğunluğu, ihraç sonrası yakın ve geniş çevrelerinden uzaklaştırıldıklarını veya mesafeli ilişkiler deneyimlediklerini belirtiyor.
PSİKOLOJİK DESTEK ALMA İHTİYACI HİSSETTİM: %67,1
Yanıt dağılımı, katılımcıların büyük çoğunluğunun psikolojik destek ihtiyacı hissettiğini ortaya koyarak, sürecin mağdurlar üzerinde yoğun bir psikolojik yük yarattığını gösteriyor. Bu durum, yaşananların yalnızca ekonomik ya da hukuki bir sorun olmadığını; aynı zamanda derin bir duygusal, bilişsel ve psikolojik yıpranma yarattığını ortaya koyuyor.
KHK SORUNU 3 YILDA ÇÖZÜLÜR: %21,2
Katılımcıların yarıdan fazlasının (%53,2) sorunların önümüzdeki üç yıl gibi kısa bir süre içinde tamamen giderilebileceğine inanmaması, kitlenin yakın geleceğe dair iyimserlik düzeyinin oldukça düşük olduğunu gösteriyor. Bu veri, anketin genelinde tespit edilen kurumsal güvensizlik ve hukuki süreçlerin yavaşlığı (%98,7 Hayır) gibi temel faktörlerin bireylerin gelecek beklentilerini ne ölçüde yapılandırdığını kanıtlar nitelikte.
ARAŞTIRMADA YER ALAN BAZI SORULAR VE YANITLAR İÇİN TIKLAYIN: SORULAR
Yorumlar (0)