2025’in 27 Mart bildirisini, 19 Mart hukuksuzluğunun gölgesinde, sokakta okumamızın ardından kurmaya niyetlendiğimiz DTCF Ti-Me-Der, ilk etkinliğini gerçekleştirdi. 8 Ekim’de, Kült Kavaklıdere’nin sıcak atmosferinde düzenlenen “Dünden Bugüne DTCF Tiyatro” başlıklı söyleşi, bölümün tarihine ve ruhuna bir saygı duruşu niteliğindeydi. Söyleşiye konuşmacı olarak Prof. Dr. Ayşegül Yılmaz, Prof. Dr. Tülin Sağlam ve Bölüm Başkanımız Doç. Dr. Kadir Çevik katıldılar.
Söyleşiye Prof. Dr. Ayşegül Yılmaz’ın içten ve coşkulu anlatımıyla başladık. Ayşegül Hoca, DTCF Tiyatro Bölümü’nün kuruluş yıllarına götürdü bizleri. Bölümün temellerini atan kurucuların tutkusunu, tiyatroya olan inançlarını ve bu topraklarda tiyatronun bir bilim, bir sanat ve bir yaşam biçimi olarak yerleşmesi için verdikleri emeği öyle bir anlattı ki sanki o ilk günlerdeki heyecanı yeniden yaşadık. Onun sözleri DTCF Tiyatro’nun bir eğitim kurumundan fazlası olduğunu hissettirdi: Bir idealin, bir hayalin, bir toplumu dönüştürme arzusunun tohumu. Ayşegül Hoca’nın neşeli anekdotları, dinleyicilerin yüzlerinde tebessümler açtırırken, bir yandan da hepimize o ilk günlerin cesaretini ve kararlılığını hatırlattı. Sanki o yıllarda DTCF’nin koridorlarında yankılanan kahkahalar, tartışmalar ve sahne provalarının enerjisi, Kült Kavaklıdere’nin duvarlarında yeniden can buluyordu.
Ardından sözü alan Prof. Dr. Tülin Sağlam, DTCF Tiyatro ailesinin yaşadığı derin travmayı paylaştı. Tülin Hoca, KHK’lar sürecine kadar uzanan dönemi anlatırken, sesinde hem buruk bir coşku hem de yitip giden zamanın yasını taşıyordu. Onun sözleri sadece bir akademik bölümün değil, bir ailenin, bir topluluğun nasıl haksızlığa uğradığını, nasıl dağılmaya zorlandığını gözler önüne serdi. Ama aynı zamanda, o zor günlere rağmen ayakta kalanların direncini, tiyatronun birleştirici gücünü ve DTCF’nin ruhunun asla yok edilemeyeceğini vurguladı. DTCF Tiyatro sadece sahnelerde değil, hayatın her alanında bir direniş alanıydı.
Söyleşinin son konuşmacısı, Bölüm Başkanımız Doç. Dr. Kadir Çevik’ti. Kadir Hoca KHK’ların DTCF Tiyatro Bölümü’ne vurduğu darbeleri çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Onun anlatımı hem acı gerçekleri yüzümüze vurdu hem de bu zorluklara rağmen bölümün ayakta kalma mücadelesini gözler önüne serdi. Kadir Hoca’nın kararlı sesi DTCF Tiyatro’nun sadece bir kurum olmadığını, bir yaşam biçimi, bir inanç ve bir söz olduğunu bir kez daha hatırlattı. Onun sözleri salondaki herkese umut aşıladı: Evet, yaralarımız vardı ama bu bizi durduramamıştı. DTCF Tiyatro, tüm engellere rağmen hala nefes alıyor, hala üretiyor, hala direniyordu.
Salonu dolduran mezunlar, öğrenciler, eski ve yeni tüm hocalarımız arasında, adeta görünmez bir bağ kurulmuştu. DTCF Tiyatro Bölümü, yalnızca bir eğitim alanı değil, aynı zamanda bir direniş, dayanışma ve umut mekanıydı. Bu kolektif hafıza, salondaki herkesin gözlerinde, sözlerinde ve alkışlarında yeniden can buluyordu.
Söyleşide beni derinden etkileyen, içine hüznü, öfkeyi, utancı ve daha onlarca duyguyu sığdırabileceğim küçücük bir ‘an’ yaşandı. Tülin hoca konuşmasını yaparken birden Kadir hocaya dönüp, “Büyük sınıf halen aynı mı?” diye sordu. Yıllarca dersler verip, kendisinin de öğrencilik yıllarında içinde nefes aldığı ‘Büyük Sınıf’tan uzak kalışını, o acımasız boşluğu -belki kendi de fark etmeden- yalın bir soru cümlesiyle ifade etti! “Büyük Sınıf”ı “Büyük Sınıf” yapanlardan biri soruyordu: “Büyük sınıf halen aynı mı?”
Bu soru benim için bir sınıfın fiziksel durumuna dair basit bir merak değildi. Tülin hocanın ağzından çıkan o cümle belleğimde bir kapıyı araladı. “Büyük Sınıf” bizim için bir derslikten çok daha fazlasıydı: Sahneydi, prova alanıydı, barınaktı, kavgaydı, kahkahaydı, dostluktu… Tiyatroyla, hayatla, birbirimizle kurduğumuz bağın mekansal hafızalarından biriydi.

Evet, aynıydı “Büyük Sınıf” ama eksik. O eksiklik sadece fiziksel bir boşluk değil, yitirilen anıların, koparılan bağların, susturulmaya çalışılan seslerin ağırlığıydı. O sınıfta oturanların, sahnede rol alanların, kuliste çay içip saatlerce sohbet edenlerin ortak geçmişiydi; bir mekanın varlığından çok daha fazlasıydı DTCF Tiyatro. Bir aidiyetin, bir sözün, bir mücadele çizgisinin hafızasıydı.
İşte tam da bu an bana DTCF Ti-Me-Der’in neden kurulduğunu bir kez daha hatırlattı: Unutulanı yeniden hatırlamak, susturulana yeniden söz vermek, dağıtılmaya çalışılanı yeniden bir araya getirmek için. Çünkü bu bölüm yalnızca dersliklerden ve duvarlardan ibaret bir yapı değil; kuşaklar boyunca taşınan bir belleğin, bir düşünsel çizginin, bir tiyatro geleneğinin taşıyıcısıydı. DTCF Tiyatro sadece bir kurumu değil, bir fikri; bir binayı değil, bir dayanışma kültürünü temsil ediyordu.
Bu belleği yaşatmanın yolu onu sadece yazılı belgelere hapsetmekten değil; bir araya gelmekten, ortak bir söz kurmaktan ve o sözü sahneye, sokağa, yaşama taşımaktan geçiyordu. Çünkü bellek ancak birlikte nefes aldığında direnir. Parçalanan her şeyi yeniden örmenin, suskunluğu aşmanın ve susturulmak istenen sesi yeniden yükseltmenin yolu tam da bu kolektif varoluştan geçiyordu.
Son olarak, hiç şüphe duymuyorum ki; söyleşi bitip alkışlar yükselirken kimse bir etkinliğin sona erdiğini düşünmüyordu. Aksine o akşam, uzun soluklu bir hikayenin ilk cümlesi söylenmişti. DTCF Tiyatro’nun duvarlarını aşan hafızası, DTCF Ti-Me-Der ile yeniden filizlenmeye başlamıştı. Bu sadece bir başlangıçtı; çünkü DTCF Tiyatro’nun ruhu, biz bir arada oldukça asla ama asla yok olmayacaktı!
Yorumlar (0)