Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Eğitim Değil Çile: Türkiye’nin Eğitim Krizi

1 Eylül’de başlayacak yeni eğitim dönemi, Türkiye’nin eğitim sistemindeki kronik sorunları bir kez daha gözler önüne seriyor. Atanamayan öğretmenler, intihara sürüklenen hayatlar, psikolojik olarak tükenmiş eğitimciler ve ekonomik baskı altında ezilen veliler… Bu tablo, eğitimin bir imkan değil, bir çile haline geldiğini gösteriyor. Peki, bu çöküşe kim hazır? Öğretmenler mi? Veliler mi? Yoksa sorumluluğu sürekli halka yıkan iktidar mı?

Eğitim Değil Çile: Türkiye’nin Eğitim Krizi

Umutsuz Öğretmenler ve Sağlıksız Sistem

Eğitim, öğretmensiz; öğretmenler ise umutsuz. Resmi verilere göre, 2025 itibarıyla 300 bine yakın öğretmen atama bekliyor. Atananlar ise düşük ücretler, ağır çalışma koşulları ve siyasi baskılar altında sağlıklı eğitim vermekte zorlanıyor. MEB’in kendi raporlarına göre, öğretmenlerin %65’i tükenmişlik sendromu yaşıyor. Daha da vahimi, liyakatsiz atamalar. Okullara yapılan atamalarda cemaat bağlantıları öne çıkarken, bilimsel eğitim ikinci plana atılıyor. Son bir yılda 17 öğretmenin intiharı, sistemin insan hayatını nasıl hiçe saydığının kanıtı.

Soru şu: Psikolojisi bozulmuş, umutsuz öğretmenlerden nasıl bir eğitim beklenebilir?

Velilerin Çıkmazı: Ekonomik Baskı ve Gelecek Kaygısı

Veliler, enflasyon karşısında eğitim masraflarını karşılamak için adeta çırpınıyor. Okul ücretleri, kırtasiye, servis ve beslenme giderleri, bir ailenin aylık gelirinin neredeyse yarısını tüketiyor. 2025’te net 25.000 TL olan asgari ücret, tek çocuklu bir ailenin temel eğitim masraflarını (18.000 TL) karşılamaktan uzak. Banka verileri, velilerin %70’inin eğitim kredisi çektiğini gösteriyor. TÜİK verilerine göre ise eğitim yerine çalışmak zorunda kalan çocuk sayısı son beş yılda iki kat arttı.

Devlet, paralı eğitim modeliyle velilerin sırtına yüklenirken, çocukların geleceği karartılıyor. Üstelik Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), okullarda temel ihtiyaçlar olan sabun, deterjan, kağıt havlu gibi malzemeleri velilerden talep ettiği ortaya çıktı. Bu uygulama, eğitimin dolaylı maliyetlerini iyice şişirerek aile bütçesini daha da zorluyor. Eğitimin temel bir hak olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bu tür uygulamalar, sistemdeki eşitsizlikleri derinleştiriyor ve öğrencilerin geleceğini riske atıyor. Velilerin bu ek maliyetlerle baş etmeye çalışması, eğitimi bir lüks haline getiriyor. Bu durum, toplumsal adaleti zedelediği gibi, eğitimde fırsat eşitliği ilkesini de ciddi şekilde baltalıyor.

Eğitim, anayasal bir hak olmasına rağmen devlet, bu yükü ailelere devrederek sosyal devlet ilkesinden uzaklaşıyor. Çocuklarımızın geleceği, ailelerin maddi imkanlarıyla sınırlı hale geliyor. Bu kısır döngü, toplumsal eşitsizliği derinleştirirken, gelecek nesilleri de olumsuz etkiliyor. Eğitimin erişilebilir ve parasız olması için acilen kalıcı çözümler üretilmeli; devlet, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

Skandal ve Usulsüzlüklerle Dolu Bir Eğitim Sistemi

Eğitim, bir ülkenin geleceğini inşa etmenin en temel araçlarından biridir. Ne var ki, son dönemde bu sistem, yönetim tarafından ideolojik bir aygıt olarak kullanılmakta; sorumluluklar ise sistematik bir biçimde halkın sırtına yıkılmaktadır. Kamu okullarında bağış adı altında zorunlu ödemeler toplanırken, özel okullara daha önce aktarılmış olan 3 milyar TL'lik devlet teşviği bu çarpıklığın somut bir göstergesidir.

Milli Eğitim Bakanlığı’na dair skandallar ise bitmek bilmiyor. Her öğrenciye tablet vaadi üç yıldır gerçekleşmezken, 5 milyar TL'lik bir bütçe usulsüzlüğü Meclis gündemine taşınmıştı. Genç işsizliği %28'e ulaşmışken, iktidarın eğitim politikaları, tarikatlarla iş birliği içinde ve itaatkar bir nesil yetiştirmenin ötesine geçemiyor.

Bu politikalardan beslenen keyfiliğin en son örneği Düzce Turgut Özal Anadolu Lisesi'nde yaşandı. Okul yönetimi, özellikle kız öğrencileri hedef alan 18 maddelik bir kural listesi yayımladı. Eğitimin laik ve bilimsel temellerinden bu denli uzaklaşarak cemaatlerin ve siyasi yandaşların çıkar aracına dönüşmesi, bu tür uygulamaların önünü açmaktadır. Yaşanan tablo, ülkenin eğitim geleceği açısından derin endişe vericidir.

Gelecek Kaybolmasın: Bilimsel, Laik ve Liyakatli Eğitim Şart!

Türkiye'de eğitim; liyakatsizlik, yoksulluk ve siyasi çıkarlar üçgeninde sistematik olarak çürütülüyor. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız ve gençlerimiz, bu karanlık tablonun bedelini ödüyor. Sorunun kökeni derinlerde, ancak çözüm aslında son derece net:

  • Bilimsel ve laik eğitim anlayışının tüm eğitim kurumlarında egemen kılınması,
  • Eğitime ayrılan kaynakların adilce dağıtıldığı ve artırıldığı şeffaf bir bütçe,
  • Siyaset ve kayırmacılıktan uzak, yalnızca liyakati esas alan atama ve yükseltme sistemi,
  • Ve en önemlisi, halkın gerçek sesini duyan, sorunlara çözüm üreten sorumlu bir yönetim.

Ne yazık ki bugün ne iktidar ne de Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bu hayati sorumluluğu taşıyacak durumda görünmüyor. Asıl hazırlıksız olan ve yarınları inşa etmekten aciz durumda olanlar, çocuklarımızın geleceğini garanti altına alma iddiasındakilerdir. 

Bu kısır döngü içerisinde kaybeden ise, ne yazık ki, geleceği çalınan çocuklar ve gençlerimiz oluyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın verilerine göre, her 10 çocuktan biri yeni giysiye dahi erişemiyor. Aç karnına okula giden, beslenme çantasını dolduramayan çocuklar, aynı zamanda sağlıklı gıdaya erişim konusunda da ciddi sıkıntılar yaşıyor.

Bu gidişata dur demek ve kaybedilen nesillerin önüne geçmek, ancak ve ancak eğitimi yeniden toplumun en öncelikli meselesi haline getirmekle mümkün olacaktır.

(Fotoğraf: Elif Koca)

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir