Toplumsal belleğimiz, bu cesareti göstermemizi fazlasıyla hak eden kayıtlarla dolu. Bu bellekte tarih boyunca ‘öteki’ne yaşatılmış nice acı ve o acı üzerine inşa edilmiş nice toplumsal yapı var.
‘Öteki’, en yalın ifadeyle müesses nizam tarafından toplumun asli unsuru olarak ilan edilmiş ve toplumsal olan her şeyin sahibi kılınmış olana, yani egemen özneye ait sayılmayan ve ona benzer olmayandır. ‘Öteki’nin bulunduğu yerde toplumsal adaletten veya eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Müesses nizamın devamı ve selameti için egemen özne, her zaman bir ‘öteki’ne ihtiyaç duyar ve yoksa da onu yaratır. ‘Öteki’, topluma iliştirilmiş sembolik bir ögeden, en iyimser deyimle bir süs eşyasından veya folklorik bir renk gibi görülmekten fazlası olmaz, oldurulmaz.
Ötekiler, tarihin herhangi bir anında müesses nizam tarafından kimi zaman hor görülür ve örselenir, kimi zaman varlıkları görmezden gelinir, kimi zaman da düzenin devamını sağlayabilmek için ihtiyaç duyulan tehlike algısının nesnesi haline getirilir. Bunun için toplumsal önyargıları kullanmak egemen özneye bulunmaz bir fırsat sunar.
1955’in Eylül’ü, bu toplumsal analizlerin laboratuvarına dönüştürülmüş Türkiye’de ‘öteki’ üzerinde en sistematik deneylerin yapıldığı ve işin ürkütücü yanı da sonuç alınabildiği bir tarih oldu.
6-7 Eylül’de kendilerini tolumun asli unsuru ve her şeyin sahibi kılınmış gören kalabalık gruplar, başta Rumlar olmak üzere Yahudi, Ermeni, Müslüman olmayan yurttaşların ev ve işyerlerine saldırdı, Yeşilköy’den Nişantaşı’na, Aksaray’dan Edirnekapı’ya, Laleli’den Bakırköy’e, Beykoz’dan Kalamış’a, İstinye’den Çengelköy’e kadar 40 kilometre karelik bir alanda bu insanlara ait yerleri yaktı, yıktı, yağmaladı, linç etti, tecavüz etti, öldürdü.
6-7 Eylül üzerine belki onlarca kitap, binlerce yazı yazıldı, sayısını bilemeyeceğim kadar televizyon programı, belgesel çekildi. Yapılan bazı araştırmalar, organize olduğu net şekilde ortaya çıkan bu saldırılara en az 100 bin kişinin katıldığını belirtiyor. İşin en vahim tarafı ise bu 100 bin kişiden kimsenin ortaya çıkıp da gerçekleştirilen bu planlı katliam nedeniyle içten ve samimi bir pişmanlık ifade etmemiş olmasıdır.
Özel Harp Dairesi yöneticilerinden Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun "Mükemmel bir özel harp harekâtıydı, amacına da ulaştı" dediği 6-7 Eylül olaylarından 25 yıl sonra bir başka Eylül’de başka bir Orgeneralin, Kenan Evren’in liderliğinde aynı şeyler bu kez devletin açık eli tarafından yeniden sahneye kondu. 12 Eylül’ün korkunç bilançosu, 650 bin kişinin gözaltına alınması, 1 milyon 683 bin kişinin fişlenmesi, 14 kişinin cezaevlerindeki açlık grevlerinde ölmesi, 171 kişinin sorgularda ve cezaevi işkencelerinde can vermesi, 49 kişinin idam edilmesi şeklinde kayıtlara geçti.
Bu süre içinde değişen tek şey takvimlerin gösterdiği yıl ve ‘öteki’nin değişen adı oldu. Bunca süre içinde ‘öteki’ hiçbir zaman makbul bir özne haline gelmedi, gelemedi. ‘Öteki’nin yaşama ve var olma hakkı hiçbir zaman makul görülmedi. Kendini asli unsur sayan, coğrafi ve toplumsal olarak ne varsa her şeyin tek ve biricik sahibi olarak gören toplum kesimi ise, durumu bu hale getiren yanıyla yüzleşmeyi hep reddetti. Zaman zaman ortaya çıkarak görünür hale gelen toplumsal enerjisini de olan bitene gerekçe ve rıza üretmek için harcadı. Dünden yarına doğru yol alırken omuzlarında taşıdığı bu yükten kurtulmayı denemediği gibi bu yükün esiri haline geldi. Sonuçta dönüp kendine bakma cesaretini bir türlü göstermedi.
Peki, Sartre’ın çağrısını yaptığı cesaret, bu topraklara neden bir türlü uğramıyor? Onun da yanıtını aynı önsözde yine kendisi vermiş ve demiş ki “soylu ruhlarımız ırkçıdır.”
* Arka planda kullanılan kolaj fotoğraf https://www.sosyalbilimler.org/6-7-eylul-olaylari/'den alınmıştır.
Yorumlar (0)