Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

İç Güvenlik Paketi mi, Fundamental Faşizm mi?

Bütün topluma aitmiş gibi görünen devlet, aslında daima egemen sınıfın baskı ve denetim aygıtıdır.

İç Güvenlik Paketi mi, Fundamental Faşizm mi?

Toplumun ayrıcalıklı kesimi ve zenginleri varlıklarını, servetlerini; iktidar ise iktidarını korumak için güvenliğe ve güvenlik hizmetlerine önem verir. Sağlık, eğitim, ulaşım, iş ve benzeri haklar talep eden “düşük gelirli”vatandaş ise yatırım ister.

AKP’nin 2015 bütçesinde savunma ve güvenlik hizmetlerine 58 milyar, sağlık hizmetleri için ise 22 milyar lira ödenek ayrıldığı görülür.

“Bütçe gelirlerini oluşturan toplam vergilerin yüzde 70’ini dolaylı vergiler yoluyla fakirlerin ve düşük gelir gruplarının ödemesine”* rağmen; AKP, neden güvenlik tedbirlerini, vatandaşın sağlığından daha önemli görür?

AKP, toplumun ve tarihin kendisine açmış olduğu krediyi tüketiyor; toplumda rıza üretemediği oranda ise baskıyı seçiyor. Yeni siyaset üretemiyor; eski Türkiye’nin paradigmalarıyla yeni Türkiye’yi temsil ettiğini düşünüyor. Eski Türkiye’nin mağdurlarından olan dindarlar, tarihin şu evresinde AKP ile iktidarı tattılar. Dindarlar, ortak kaderlerini AKP ile iktidarlaştırdılar.

Devlet değil, toplum merkezli referansları olan AKP ile, dindarların kaderi ve yaşamları üzerinde yine “elitler” söz sahibi oldu. AKP ile, dindarların çekmiş olduğu acılar son bulacak, toplumsal özgürlükler alanı genişleyecek, toplumsal“adalet”ve“kalkınma”temel hedef olacaktı. Olmadı!?

Milli irade zırhına bürünen AKP, o milli iradenin tüm taleplerine yabancılaştı; cumhuriyetin defolu tarihine meylederek, tek adam despotizmini adeta“moralizm”ve“mukaddes”lik mertebesinde topluma dayatıyor.

AKP, tüyü bitmemiş çocuğun hakkına sahiplik yapacaktı; hırsızı, Müslüman’dan saydı. Müslümanlık AKP sayesinde hırsızların ve yolsuzlukların şemsiyesi oldu.

Türkiye, popülizmin ve faşizmin ikiz kardeşliğine tanıklık ediyor. Bu ülke, hukuku, adaleti gayri meşru olarak varlıklarına armağan eden Müslümanları gördü. Farklılığa, muhalif olmaya tahammül edemeyen Müslümanların (!) insanları iblisleştirerek, yok etmeye durduklarına şahitlik etti. Popülist adamın popülist faşizmi (!) iktidar zorbalarını ve zorbaların “Müslümanlığı”nı alenileştirdi.

Şeytan’ın iktidarı, iktidarın şeytanlaşması; şeytanlaşmanın ve “insan-dışılaşmanın”halleriyle, kibir, iftira ve yalan ile kendinden olmayanı ve kendi gibi düşünmeyeni, kendi gibi eylemeyeni, “karşı- şeytanlaştırma”yolunu seçen Müslümanlara tanıklık ediyoruz!

Kuran, “Kimse, kimsenin günahından sorumlu değildir” der. Günahkâr bir iktidarın kutsal kitaba aykırı Müslümanlığı var. Yolu sözde Kuran-i

olan AKP’nin ve ona inananların yolsuzluk, adaletsizlik, hırsızlık, eşitsizliklerin mimarı oldukları bir“Müslümanlık”var edildi!

Eşitsizliği ilahi gören ve yoksullara sabır ve şükür telkin eden, mülkün “Allahın olmadığına” şahitlik ettiğimiz bir “Müslümanlık”! yaratılanı yaratandan ötürü sevme bahsinde; sevgisi, iman edenler ve iman etme yolunda olanlarla sınırlı bir“Müslümanlık”!

Said-i Kürdî “Mademki Müslümansınız, o halde bizdensiniz” diyor. Ölmemek için Müslüman olmanın yeterli olmadığını belleten ve insanların acılarını döven (Roboski, Gezi, Soma, Ermenek, Afyon, Lice, Cizre’de ve benzeri yaşananlar ) ve acıları yarıştıran bir “Müslümanlık”!

Recm, cariyelik, kadına bakış, faiz, mülkiyete biat, çok eşlilik ve benzeri konularda insanlık değerleriyle barışık olmayan, meseleleri kendi dilinde yeniden üreten, modern ulus-devlet örgüsü içinde dilin ve zikrin bu coğrafyada Neo-IŞİD şeklinde can bulduğu ve IŞİD’in suflörlüğünü yapan bir “Müslümanlık”!

AKP toplumda rıza üretemiyor, toplumsal taleplere yanıt veremez durumda. Bu nedenle önleyici tedbirlere başvuruyor. “İç Güvenlik Reformu” ve benzeri uygulamalar, bu halin yansımalarıdır.

Türkiye bu tür uygulamalara aşina bir ülkedir.1980’lerde anti-
terör polis birlikleri,“Terörle Mücadele”ve“Özel Harekât Daireleri” kurulup, rızaya dayalı uzlaşmacı (polis ile toplum arasındaki gerilimi azaltmayı, iletişim ve ilişki geliştirmeyi önceleyen) polisliği reddeden, orantısız şiddeti ve aşırı “zor”u kutsayan bir polislik anlayışı devreye sokulmuştu.
Bugün yoğun tartışmalara neden olan “İç Güvenlik Paketi” de, toplumun huzur ve güvenini sarsacak, barış ve dayanışma duygularını zedeleyecek içeriğe sahiptir.

17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından AKP güvenlik alanında düzenlemeler yaparak, “makul şüphe”yi devreye sokan bir “Güvenlik Paketi” ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yapısını değiştiren yasa tasarısı ile birlikte, tüm güvenlik birimlerini “Güvenlik Bakanlığı” çatısı altında toplamayı hedefleyen bir taslak çalışma hazırladı. AKP, ciddi bir diktatörlük ve otoriterleşme arzusunu, niyetini “kamu düzenini sağlamak” iddiası ile uygulamaya sokmaya çalışıyor.

AKP, bu paketle valilere “olağanüstü” yetkiler vermek istiyor. Toplantı- yürüyüş-gösteri hakkı kısıtlanıyor; maskeli olarak gösterilere katılanlara ağır hapis cezası geliyor; hükümete/iktidara muhalefet etmeye kalkışanlara keyfi ateş, gözaltı, tutuklama ve ağır cezalar öngörülüyor. Güvenlik Paketi’nin“Barış”ve“Müzakere”nin ruhuna aykırı bir tasarıma ve süreci tehdit eden bir kapsama sahip olduğu görülmelidir. Paketin,“OHAL”i geri getirme potansiyeli çok yüksek. Savcıya haber vermeden, polisin insanları 48 sat gözaltında tutacak olmasının, kayıp ve faili meçhullerin yoğun yaşandığı 1990’lı yılların Türkiye’sinin siyasal iklimine davetiye çıkardığı görülmelidir.

Elinde havai fişek, molotof, demir bilye, lastik, çubuk, sopa, taş,
demir, sapan taşıyan, yüzlerini kısmen veya tamamen kapatarak toplantı ve yürüyüşlere katılanlar, 2,5 yıldan 4 yıla kadar hapis ile yargılanabilecekler. (Silah bulunduranlara verilen cezanın 2 yıl olduğu düşünüldüğünde paketle hedeflenenin muhalifleri susturmak olduğu açıkça görülmektedir.) Göstericilere karşı polisin müdahalesi yasallaşacak; polis ateşedebilecek,ölümve yaralanmalara (yaşadığımızdan beter!) sebep olabilecek. Polis
her daim cezasızlık zırhı ile korunacak. AK Emniyet oluşturma doğrultusunda hazırlandığı aşikâr olan Güvenlik Paketi’yle
savcının görevi illerde valilere, ilçelerde ise kaymakamlara veriliyor. Soruşturmaların karartılması, kovuşturmaların önüne geçilmesi, kanıtların yok edilmesi, yeni kanıtlar uydurulması sürecin olağan seyri sayılacak. Kişinin hukuki güvencesi tamamen ortadan kalkacak.

Kolluk amirlerine, hâkim ve savcı kararı olmadan gözaltına alma yetkisi veriliyor. Polis, amirlerinin talimatıyla istediği kişiyi gözaltına alabilecek. Suçun işlenmesi durumunda savcı yetkilidir. Şu anki durumda, suç işlenmeden önce tedbir alma görevi vali ve kaymakamda olmasına rağmen; düzenleme ile suç işlendikten sonraki görev de valiye veriliyor. Savcı devreden çıkarılıyor. Vali toplumsal olayların yoğunluğuna bağlı olarak, Anayasa’nın 120. Maddesi’ne aykırı olarak “OHAL” ilan edebilecek. Eğer olaylar birden fazla ilde meydana gelirse, İçişleri Bakanı OHAL ilan edebilecek.

Polisin hâkim kararı olmadan üst, eşya ve araç arama yetkisi genişletiliyor. Müşteki, mağdur veya tanık ifadeleri, polis tarafından, bu kişilerin ev veya işyerlerinde alınabilecek. Yani ev veya işyerleri “karakol” olacak. Hâkim kararı olmadan polis ve jandarma 48 saat süreyle “önleme dinlemesi” yapabilecek. Türkiye, MİT Kanunu ile üzeri “tüllenmiş” bir OHAL durumu yaşadı. İç Güvenlik Paketi ile hedefte olan insanlar, OHAL’i kendi yaşamının olağan hali olarak yaşayacak, “polis devleti”uygulamalarının mağduru olacak.

Askeri vesayeti gerileten AKP, “Erdoğan Vesayeti”ni topluma demokrasi olarak dayatıyor ve bu durumu güvence altına almak istiyor. Çoğulcu bir ülkede ve çoğulculuğa karşı olarak, Selefilik ile faşizm arasında saat sarkacı gibi sallanan AKP, “Yeni Türkiye”de tekçilik ve merkezileşmeyi“Güvenlik Paketi”ile sağlayacağını düşünüyor. Hitler’in Almanya’sında Yahudilerin yaşadığı zulüm ve acılar, Nazizm’e ve Hitler faşizmine göre “kanuni”dir. Bilinen şu ki, uygulamalar “hukuki”değildir. Yahudilerin yaşadıklarının ise hukuk devleti ile ilişkisi yoktu. Erdoğan’ın Türkiye’si ise, sistemin dışında kalan kesimlere; Alevilere, Kürtlere, Türklere, Ermenilere, Rumlara, işçilere, gençlere, kadınlara, issizlere, Çingenelere, LGBTİ’lere, ekolojist aktivistlere, mütedeyyinlere, öğrencilere, çiftçilere, kamu emekçilerine“İç Güvenlik Manifestosu”ile polis baskısını reva görüyor. Özgürlüklere ciddi sınırlamalar getiriyor.
Özgürlük bahsinde güvenlik güçlerinin eli özgürleşiyor. Neden? Çünkü bu dışlanan kesimleri başka türlü sistemin içinde tutamayacağını ve elinde başka araç kalmadığını görüyor.

Görüldüğü üzere zenginler varlıklarını, servetlerini; iktidar ise iktidarını korumak için güvenliğe ve güvenlik hizmetlerine önem veriyor. İktidarın ve ayrıcalıklı sınıfın güvenliği, vatandaşların özgürlüğüne “galebe” çalmış görünüyor. Şerrin hayra galebesi gibi...

* Taraf Gazetesi / 24 Aralık 2014 /Ekonomi Sayfası / Süleyman Yaşar

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir