Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Altındağ’ın Altın Saçlı Çocuğu: Necdet

Darbecilerin idam cezaları da sadece isyancıları cezalandırmayı değil, aynı zamanda onları inançlarından koparmayı ve teslim almayı amaçlıyordu. Bu yüzden 12 Eylül darbesinin üzerinden bir ay bile geçmeden idam cezalarını uygulamaya koydular. İlk üç ayda üç devrimciyi idam ettiler. Necdet Adalı, darbenin ilk idam edilen isyancısıydı. Darbenin yirmi altıncı gününde, Ulucanlar Cezaevi’nin karakavak ağacının gölgesinde, darbecilere ilk yenilgiyi tattıran da O oldu.

Altındağ’ın Altın Saçlı Çocuğu: Necdet

Bir panelde terörle mücadele birimlerinin siyasal İslamcı militanlara uyguladığı işkence yöntemlerinden birini şaşkınlıkla dinlemiştim. Devletin bu tutsaklara karşı kullandığı işkencenin ilk aşaması, inançlarına yönelik bir saldırıymış. İşkenceci, işkence faslının en başında tutsağından tek bir şey talep edermiş: Allah’a küfretmesini. Eğer tutsak bu dayatmaya boyun eğerse, örgütsel çözülme hızla başlarmış. İnancının en kutsal değerine küfreden militan, bu yükü taşıyamaz, tüm değerler sistemi altüst olurmuş. Artık her şey anlamını yitirir, Allah tarafından sınandığını ve bu sınavda başarısız olduğunu düşünerek iradesini tamamen işkencecilere teslim edermiş.

İşte darbecilerin idam cezaları da sadece isyancıları cezalandırmayı değil, aynı zamanda onları inançlarından koparmayı ve teslim almayı amaçlıyordu. Bu yüzden 12 Eylül darbesinin üzerinden bir ay bile geçmeden idam cezalarını uygulamaya koydular. İlk üç ayda üç devrimciyi idam ettiler. Necdet Adalı, darbenin ilk idam edilen isyancısıydı. Darbenin yirmi altıncı gününde, Ulucanlar Cezaevi’nin karakavak ağacının gölgesinde, darbecilere ilk yenilgiyi tattıran da O oldu.

12 Eylül darbesinin ve Necdet’in aramızdan alınışının üzerinden 45 yıl geçti. Yaşasaydı, 60’lı yaşlarını sürüyor olacaktı. Ama O bize hala 45 yıl öncesinden, yirmili yaşlarının gülen gözleriyle bakıyor.

Altındağ’ın Bıçkın Devrimcisi

Necdet Adalı, 22 Ağustos 1958’de Ankara’da doğdu. Trakya göçmeni Adalı ailesi, Eskişehir nüfusuna kayıtlıydı. Necdet’in çocukluğu Altındağ’ın Ziraat Mahallesi’nde geçti. O, Altındağ’ın devrimcilikle tanışıp bıçkınlaşan “bebelerinden” biriydi.

1970’lerin ortalarında, 12 Mart’ın suskunluğu yerini toplumsal muhalefetin yeniden canlanışına bırakıyordu. Altındağ bu uyanışın merkezlerinden biriydi. Ancak Dışkapı Öğrenci Yurdu, Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri, Subayevleri ve Aydınlıkevler’in çevrelediği bu semt, faşist hareketin sistemli saldırılarının hedefiydi. Necdet cesareti ve atılganlığıyla kısa sürede anti-faşist mücadelenin ön saflarında yer aldı. Bölgedeki hemen her eylemde o vardı. Bu yoğun mücadele, bazen ilginç anılara da sahne oluyordu. Yoldaşı Kenan Yıldırım yaşadıkları bir olayı şöyle anlatıyor:

“Okul çıkışında Ülkü-Bir üyesi bir grup bize saldırdı, bizi fena dövdüler. Can havliyle Halkevi’ne kaçtık, durumu anlattık. Ertesi gün, aralarında Necdet Adalı ve Aslan Törer’in de bulunduğu bir grup arkadaş okulun önüne geldi. Ülkü-Bir grubuyla aramızda kavga çıktı. Faşistlerin sayısı artınca Necdet, korkutmak için belinden tabancasını çıkardı ve birinin kafasına vurdu. Ama tabanca ikiye ayrıldı! Meğer plastik bir oyuncak tabancaymış. O heyecanla faşistin kafasına vurunca kırılmış. Sonradan bu olaya çok gülmüştük.”

Faşist Saldırılar ve Tutukluluk

1977’de faşist saldırılar iyice yoğunlaşmıştı. Ankara’da anti-faşist mücadele semt semt, mahalle mahalle sürüyordu. Başkent, devlet destekli faşist saldırılara karşı devrimcilerin direnişine sahne oluyordu. Bu atmosferde, 8 Ağustos 1977 sabahı saat 04.00’te, Örnek Mahallesi’ndeki bir eve polis baskını düzenlendi. Necdet Adalı ve Kemal Ergin’in de aralarında bulunduğu dört kişi gözaltına alındı.

12 Ağustos 1977’de Necdet ve Kemal, 10 Temmuz 1977’de İsmetpaşa Mahallesi’nde, Güneyli Kıraathanesi’nde yaşanan bir olay nedeniyle tutuklandı. Olayda iki kişi ölmüş, bir kişi yaralanmıştı. Ölenlerden Sıtkı Aydın’ın, MİT mensubu olduğu ve Altındağ’daki faşist saldırıları organize ettiği biliniyordu. Böylece Necdet’in mahpusluk günleri başladı. Üç ayrı davadan yargılanıyordu. Avukatı Mehdi Bektaş, süreci şöyle anlatıyor:

“Bize olay intikal ettiğinde, işin ayrıntılarını bilmiyorduk. Cezaevine gittik Necdet, Kemal ve diğer arkadaşlarla görüştük. Olayı yazmalarını istedik. Anlatılanlara göre bir otomobil gasp edilmiş bu araçla İsmetpaşa’ya gidilmiş. Güneyli Kıraathanesi’nde akşam saatlerinde iki kişinin öldüğü bir kişinin yaralandığı bir olay yaşanmış. Otomobil gaspı, sürücünün hürriyetini tehdit, silah bulundurma ve adam öldürme suçlamalarıyla soruşturma açılmış.”

Cezaevi ve Kaçış Girişimi

O dönemde bir devrimci için cezaevinde olmak dayanılmaz bir işkenceydi. Necdet ve Kemal tutsaklıktan kurtulmak için bir plan yaptı. 2 Temmuz 1978’de kaçış girişimini gerçekleştirdiler ancak talihsizlik sonucu sadece Kemal Ergin firar edebildi. Necdet’in bu başarısızlık karşısında yaşadığı üzüntü büyüktü; kendini dışarıdaki mücadeleye hazırlamıştı. Kısa süre sonra devrimci tutsaklarla adli mahkumlar arasında yaşanan bir çatışma nedeniyle Necdet Bitlis Cezaevi’ne sürgün edildi.

Yoldaşı Ali Başkaraağaç, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Adli mahkumlar arasında kumar ve esrar gibi işlere müdahale ediyorduk. Bu yüzden bir çatışma çıktı. Ardından bazı arkadaşlarımız sürgün edildi. Necdet de bunlardan biriydi. Gardiyanlar başına çuval geçirip döverek ve ağır işkenceyle Bitlis’e gönderdiler.”

Necdet Bitlis’te tek başına bir hücrede tutuldu. Avukatı Mehdi Bektaş’a hislerini şöyle ifade etmişti:

“Abi, kendimi bir kutuya konmuş gibi hissediyorum. Türkiye bir kutu, Bitlis onun içinde daha küçük bir kutu, cezaevi daha da küçüğü ve en küçük kutu olan hücremde ben tek başımayım.”

Mamak, İdam ve Erdal

Bitlis sürgününden sonra Necdet, Mamak Cezaevi’ne nakledildi. 2 Ekim 1979’da Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi Necdet’e idam cezası verdi. Hakim Üstün Günsan karara şerh koydu, ancak Necdet bu tarihten itibaren tecritte tutuldu ve idam edilene kadar buradan çıkarılmadı.

Mamak’ta kendisiyle aynı tecrit koğuşunda tutulan Erdal Eren’le derin bir yoldaşlık ilişkisi kurdu. Kaderleri aynı olan bu iki genç devrimci zorlu koşullarda dostluklarını pekiştirdi. -Ölümün soğuk koynuna mütevazi bir şekilde sokulan bu iki insanı hiç ayırmamak, Kızıldere Türküsü’nün bu son nakaratını hep birlikte anmak gerekir.-

Mamak, Ulucanlar’a göre daha ağır koşullara sahipti. Askeri bir cezaevi olan Mamak’ta tutsaklara sistematik baskı uygulanıyordu. 7 Mayıs 1980’de koğuşlara tahta ranzalar getirilmesi kararına karşı başlayan direniş büyük bir çatışmaya dönüştü. Gaz bombaları kullanıldı, mahkumlara şiddet uygulandı. Necdet ve Erdal, özellikle hedef alınarak falakaya yatırıldı. Mamak tutsaklarından Hanım Tamer o günü şöyle anlatıyor:

“Koğuşları boşaltmamızı ve ranzaları değiştirmemizi istediler. Biz kapıların ardına ranzaları dizip çıkmayacağımızı söyledik. Gaz bombaları attılar, göz gözü görmez oldu. Herkes havalandırmaya koştu. Tazyikli su sıkmaya başladılar. Gardiyan Şuşut beni hedef aldı, o sırada Necdet koşarak geldi, üzerime kapaklandı ve beni korumak için bir tanker dolusu su yedi. Sonra doğrulup Şuşut’a okkalı bir küfür savurdu. Ardından askerler havalandırmaya atlayıp hepimize dayak attı.”

Bir başka tutsak Aynur Erkan ise şunları ekliyor:

“Operasyondan sonra erkek arkadaşlarımız çırılçıplak soyuldu. Necdet en önde, Erdal hemen arkasında, cam kırıklarının üzerinden koşturulup marş söylemeye zorlandılar. Marş söylemediler, ama camların üzerinde yürümeye mecbur edildiler. Necdet o halde bile bize dönüp ‘Kızlar, moralinizi bozmayın’ diyebildi.”

Son Anlar

Necdet’in idam cezası 16 Temmuz 1980’de Askeri Yargıtay tarafından onandı. 12 Eylül’den 24 gün sonra, 6 Ekim 1980’de Milli Güvenlik Konseyi infazı onayladı. Karar ertesi gün Resmi Gazete’de yayımlandı. Avukatları meclisin kapalı olduğu bir dönemde konseyin bu kararı almasının hukuksuz olduğunu savunan bir dilekçe verdi ancak bu çaba sonuçsuz kaldı.

12 Eylül’ün 26. günü, Mamak Cezaevi’ne gelen askerler Necdet’i almaya geldi. Devrimci Yol tutsağı Ekrem Erbakan o anı şöyle anlatıyor:

“Gece ‘Necdet hazırlan’ dediler. Bir manga asker ve bir üsteğmen geldi. ‘Hastaneye gidiyorsun’ dediler. Necdet, ‘Nereye gittiğimi biliyorum’ dedi. Giyindi, ayakkabılarını bağladı, ‘Arkadaşlar, hakkınızı helal edin’ diyerek Kurtuluş’un sloganı ‘Faşizme karşı omuz omuza’yı haykırdı ve gitti. Hepimiz donup kaldık. Sabaha kadar uyumadık.”

Necdet, yoldaşlarının arasından alındı. Darbecilerin amacı sadece bir devrimciyi öldürmek değil, bir isyanı bastırmaktı. Teslim olmasını beklediler...

Avukat Mehdi Bektaş son anları şöyle anlatıyor:

“Cezaevine götürüldüğünde Necdet oturdu, ailesine mektup yazmak istediğini söyledi. Kağıt kalem verdiler. İnfaz savcısı ‘Çabuk ol’ deyince ‘Tabi’ dedi. Bir sayfalık mektubu yazdı. İdam gömleğini giydirdiler, yakasına hüküm yaftasını taktılar. ‘Yakası biraz dar olmuş’ dedi. İmam isteyip istemediğini sordular, ‘İstemem’ dedi. Cezaevinin avlusunda kurulu darağacına götürdüler. Necdet sehpaya çıktı, birkaç slogan attı. Görevli tereddüt edince Necdet kendi sandalyesine tekme attı.”

Bir Devrimcinin Mirası

Necdet insanüstü yeteneklere sahip biri değildi; O, bizlerden biriydi. Dönemin kavgasına hayatını adamış binlerce militandan biri. Onu ölümsüz kılan ezenle-ezilenin mücadelesini, tekil bir özne olarak temsil ederken tereddüt etmeden sonsuzluğa yürümesiydi. Necdet, tüm insani değerleri taşıyarak çıktı idam sehpasına. O türküsünü söylerken darağacı sustu, cellat sustu, onu idam sehpasına gönderenler sustu. Herkes sustuğunda, Necdet konuştu ve kendinden önce gidenlerle buluştu.

Şafak yine söktü Ankara’da. Karıncalar ordusu şehre indi; su satan bebeler, çamaşırcı kadınlar yürüdü şehre. Necdet o ordunun yiğidi olarak kaldı. Ne bir efsane ne bir masal kahramanı; Altındağ’ın taşından, toprağından bir oğlan. Altın saçlarıyla diktatörlüğün karanlığını yırtmış, gözlerine bakmaya korktukları bir hakikat! Varlığını sonsuz kılışının 45. yılında, saygıyla…

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış