Batı teknolojisine yetişemeyen Osmanlı hızla toprak kaybediyordu. Balkanlardan Suriye’ye uzanıp Girit’ten Kafkaslara ulaşan geniş coğrafyada yaşayan Müslümanlar Anadolu içlerine kaçarken Anadolu’nun yerleşik Hıristiyan halkı olan Ermenilerle Rumlar Anadolu dışına göçüyorlardı.
Bu göçler sonrasında, başta pastane ve lokanta olmak üzere çok çeşitli markalar yaratılıyordu yeni kurulan başkentte. Daha çok Balkanlarla Doğu Karadeniz’den geliyordu parası olmayan ama geleceğe umutla bakan gençler. Hem çalışkan hem titiz hem girişimciydi bu gençler. Adeta yoktan var ederek hızla kalabalıklaşan Ankara’da unutulmaz markalar yaratıyorlardı. Eyüp Sabri Tuncer Kolonyalarının kurucusu Balkan kökenliydi. “Körfez, Karadeniz, Liman” gibi çoğu lokantayı Hemşinliler açmıştı. Tavukçu Lokantasının sahibi İsmail Poyraz Rize/Pazar’dan gelmişti. Flamingo Pastanesi kurucusu Dursun Ali Kuluhan Rize /Çamlıhemşin doğumluydu. Boğaziçi Lokantasının sahibiydi Halil İbrahim Boyacıoğlu, o da İstanbul /Üsküdar’da dünyaya gelmişti. İpek Davetiyelerini yaratan Maraşlı Ali İpek Adana’dan yola çıkmıştı. Un fabrikalarının temelini atan İlhan Cavcav’ın baba memleketi Arnavutluk’tu. Rodoslu Matbaa Malzemeleri sahibi Celalettin Bey Rodos adasından geçmişti Anadolu yakasına. Yine aynı şekilde başta bozası, sosisli sandviçi, muzlu sütü, tavukgöğsü, kazandibi olmak üzere çok beğenilen ürünleriyle bugün bile adı anılan Akman Pastanesinin kurucuları Vahap ve Muharrem Akman da Kosova’dan göçüp gelenlerdendi.
Osmanlı döneminde çıkmıştı o büyük yangın. 1916’daki yangınla Anafartalar Caddesi'nin doğu yakası kül olmuştu. Batı yakasıysa 1929 yılında çıkan yangınla çok ciddi tahribata uğrayacaktı. O nedenledir ki, bir kısmı günümüze kadar gelen yapılar 1920'lerin ikinci yarısıyla 1930'ların başında inşa edilmiş “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı” örnekleriydi. Hepsi birden Cumhuriyet dönemi yapılarıydı.
Şimdiki Anafartalar Caddesi’nin sağ tarafına düşüyordu Tahtakale; (Tahtelkal’a) denilen bu büyük semtin içinde bir de çarşısı vardı. Şehre suyu yeniden getiren vali adına yapılmış görkemli Abidinpaşa Çeşmesi de o çarşı içindeydi. Anadolu kentlerinin kaderiydi günlerce süren yangın felaketleri; bu koca semti de baştan sona kül edip ortadan kaldıracaktı.
Anafartalar Caddesi üzeriyle çevresinde üç farklı dini inanca sahip gruplar yaşıyordu. Onların evlerini, dükkânlarını, okullarını, ibadethanelerini görmek mümkündü. Caddenin Yukarıyüz’ünde Samanpazarı ile başlayan yerde Kurşunlu Cami ile birlikte eskiden Nakşibendi Tekkesine ait Şehabiye Medresesi vardı. Caminin batısında hemen karşı tarafta Değirmenci Kozmeto’nun işlettiği on üç adet pansiyon evinin yanındaki merdivenlerden inip de sağa döndüğünüzde Yahudi Mahallesinin Sinagogu’yla karşılaşıyordunuz. Sinagog ’un ilerisindeki Şengül hamamı karşısında ise biri anaokulu olmak üzere üç Rum ortaokulu vardı. Yahudi Mahallesinin üç adet mescidin yanında Kurşunlu cami ile başlayan uzun Anafartalar Caddesi Ulustaki ucunda Zincirli cami ile noktalanıyordu. Kurşunlu caminin hemen altındaki Sovyetler Birliği Elçiliği 1922 yılında çıkan bir başka yangında kül olmuştu. O yangında Kozmeto’nun kiraya verdiği evlerde bu felaketten nasibini almış, on üç evin on üçü birden yok olmuştu. Caddenin ortalarındaki Adliye binasında kimler kimler yargılanmamıştı ki… Onun hemen yanında, Anafartalar ile Çıkrıkçılar Yokuşu’nun birleştiği noktada- Ayasofyadan bile eski olduğu söylenen- Klemens Kilisesi ayakta duruyordu. Roma Döneminde genç yaşta öldürülmüş Ankaralı bir Hıristiyan olan Klemens adına yaptırılmıştı. Kentin en eski kilisesi olan Aziz Klemens Kilisesinden geriye bugün artık sadece Eski Adliye binası arkasında, iş hanları arasına sıkışmış küçük bir duvar kalmıştır. Kapalı haç planlı bu kilisenin yerine daha sonra Turasan Bey'in yeğeni Yeğen Bey tarafından Cami ve Medrese yaptırılır. Ancak bu eser 1916 yangınında büyük hasar görür. Ankara Piskoposu olduğu ileri sürülen Klemens, 283 tarihinde Ankara’da doğmuş Hıristiyanlığın yayılması için çalışmalar yapmıştır.
Klemens, Hıristiyan katliamları ile tanınan İmparator Diocletianus (284-305) tarafından 303 yılında Hıristiyanlara karşı yürütülen hareketlerde 20 yaşındayken öldürülür. Ortodoks Kilisesi onu aziz ilan eder.
Cumhuriyetten sonraki idam cezaları kentin üç noktasında infaz ediliyordu; Anafartalar’ın iki ucu ile ortasındaki Karaoğlan Meydanlarında gerçekleşen bu hazin tabloyu insanların birkaç gün izlemesi isteniyordu. Cadde üzerindeki Adliye binası nedeniyle bir zamanlar buraya Tüze Caddesi bile denmişti. İstiklal mahkemesi başkanı Ali Çetinkaya’nın, bugünde ayakta olan evi ise yine Anafartalar Caddesi üzerinde, 1922’de yanan SSCB elçiliğinin hemen altındaydı.
Ankara’nın ünlü fotoğrafçısıydı Osman Darcan. Sanatını özgürce sürdürebilmek için 1947 yılında memuriyetten ayrılmış o dönem Ankara’da fotoğrafçıların en çok tercih ettiği Anafartalar Caddesi’nde, Köklü Han’da “Foto Osman” adıyla kendi stüdyosunu kurmuştu. Foto Aile, Foto Rıdvan gibi daha pek çok fotoğrafçı da yine bu uzun cadde üzerindeki dükkânlarda hizmet veriyorlardı.
Ankaralıları hazır takım elbise ve taksitli satış ile ilk tanıştıran mağaza ise Büyük Otelin altındaki Büyük Mağaza oldu. Macar mimarlarca tasarlanan binanın adı 1920’lerin ilk yarısında Hasan Fehmi Ataç Apartmanıydı. Günümüzde Gülhane İşhanı olan bina, bir dönem Büyük Otel olarak kullanılmıştı. Alt katında meşhur Büyük Mağaza yer alıyordu. Anafartalar ile Denizciler Caddesinin kesiştiği yerdeki bu binanın tam ortasında Ali Fuat Ünal'ın “Beğen” mağazası vardı. Anafartalar cephesindeyse Hikmet Ünal'ın Büyük Mağazası bulunuyordu. İlk açıldığında şehrin seçkin otellerinden olan bu otel daha sonra gözden düşecekti. Turneye çıkmış olan Avni Dilligil tiyatrosuyla 1 Temmuz 1963’te Ankara’ya gelen Aziz Nesin bu otelde bir ay kalır. Eşi Meral Çelen’e yazdığı mektupta ise şöyle söz eder bu otelden:
“ Bitanem, hepinizi çok özledim. Akşamları Gençlik Parkı’nda çocuklarıyla gezinen karıkocaları gördükçe, hem çok hoşuma gidiyor, hem de size özlemim artıyor. Ankara’da boğucu bir sıcaklık var, bayılacak gibi oluyorum. Otelin yalnız bir tek banyosu var, o da odunla ısınıyor, hem de çok pis. Bu yüzden yıkanmam da zor. Geceleri biraz serinliyor ortalık. Bu otel tarihi, Ankara’nın ilk otellerinden biriymiş ve zamanında çok lüksmüş. Örneğin benim kaldığım odada eskiden Abdülhak Hamit Tarhan kalırmış. Bu otelde sürekli kalanlardan birkaçı tabii eskiden; Hasan Ali Yücel, Nazım Hikmet, Hasan Reşit Tankut, Muhsin Ertuğrul, Orhan Veli, Dario Moreno, Burhan Belge ve Macar artisti olan karısı Zsa Zsa Gabor, o zaman barda çalışırmış. Şimdi otel rezalet… Biz geceliği 4 liraya kalıyoruz, anla.”
İstanbul’daki Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektupta, “Ankara’da çok canım sıkılıyor” diye dert yanan bir başka sıkıntılı kişi ise Sabahattin Ali’dir. Aziz Nesin’in kaldığı bu otelin iki üç bina yukarısında, dayısı Doktor Rifat Ali Ertüzün’ün yanında uzun bir süre yaşayacaktır. Buradaki günlerini Sırça Köşk adlı kitabında yer alan Dekolman adlı öyküsünün girişinde anlatır biraz.
1950’lerin sonunda artık Ulus ve çevresindeki Devlet kuruluşları oraları terk edip Yenişehir’e doğru kaçarken köyden kente göçenlerin sayısı da katlanarak artmaktadır. Bu kaçış, Ulus ve Anafartalar Caddesi’ndeki ekonomik sosyal yapıyı çok değiştirir. Ulus ve çevresinde İstanbul kökenlilerin bıraktığı boşluğu taşra kültürüyle gelenler doldurur. Giden memurlar yerlerini taşradan gelenlere bırakır. Yeni gelmişlere uygun yeni yeni mekânlar ortaya çıkar. Şehrin en kenar mahallelerindeki gecekondularda oturan esnaflar sabahları kalkıp şehrin göbeğindeki gecekondumsu dükkânlarını açarlar. Tıpkı esnaflar gibi müşteriler de Ankara’ya yeni gelmiştir.
Ortasında küçük bir havuz vardır Şehir Çarşısının; 1960’ların sonunda kurulur, 90’ların başında yıkılır. Plakçılar. Kasetçiler. Asker levazımatçıları. “Pantolon dikilir” yazıları, Gül kahvecisi, Boyabatlı meşhur Börekçi Musluoğlu, Çakmakçı Osman, “ Avrupa Çakmak Gazı Geldi” diyen genç, Bosna İşkembecisi. Birkaç lokanta, çorbacılar, Konfeksiyoncular, Milli Piyango Bileti satan Gül büfe, “Size de çıkabilir. ”diyen piyangocu ile İstanbul Börekçisi oradadır.
Diğer şehirlere, batılı anlamda örnek olması için Cumhuriyet’in ilanından sonra başkent seçilir Ankara… Yeni bir hayatın başladığını vurgulamak için mahallenin birine Yenihayat Mahallesi, bir lokantaya Yenihayat Lokantası bir ilkokula Yenihayat İlkokulu adı verilir. Bu asri/medeni yaşamın kalbi Anafartalar’da atmaktadır. Eski başkent İstanbul’un Beyoğlu’su, Pera’sı ne ise yeni başkent Ankara’nın Anafartalar’ı da odur. Elçilikler daha Yenişehir tarafına taşınmamıştır. Meclis ile bakanlıklar gibi gazete büroları da daha Ulus civarındadır. Ankara Palaslar, Karpiç’ler, oteller, lokantalar birbirine çok yakındır. Kürkçüler, kuyumcular, şapkacılar buradadır. Öyle ki caddede yeraltına “Asri helâ” bile yapılmıştır. Avrupa’yı hiç görmemiş Müslüman halkın ayağına Avrupa getirilecek Avrupalı gibi yaşaması öğretilecektir. Bugün bile, 1929 tarihinde Anafartalar caddesinde çekilmiş olup kaldırımda şık giyimli insanların yürüdüğü bir fotoğrafı görenlerin çoğu buranın Anafartalar Caddesi olduğuna inanamazlar. Sorulduğunda da, “Bu fotoğraf Kızılay’daki Atatürk bulvarında çekilmiş!” derler.
Yenişehir’de nasıl sahil, yakamoz, sandal, körfez adlı restoranlar varsa Ulus tarafında da İstanbul Pastanesi, Kadıköy şekercisi gibi özlem mekânları vardı. Önce devlet kurumları kaçtı ulus civarından Yenişehir’e sonra Eskişehir Yolu çevresine taşındılar. 1950’den hemen sonra başlayan bu kaçışa Başbakanlık öncülük etmişti. Vilayet Meydanında Maliye Bakanlığı ile beraber kullandığı binadan ayrılmış Bakanlıklardaki yeni binasına taşınmıştı. Bundan sonrada zaten devletin siyasi, idari, iktisadi kurumları Ulus civarını birer birer terk ettiler. Bu terk edişlerle birlikte Ulus ve Anafartalar Caddesi’ndeki ekonomik sosyal yapı değişime uğradı. Bu kurumlarda çalışan Başkent’in “kaymak tabakası”, Ulus’tan koptu. Kamu da çalışanların sayısı önemli ölçüde azaldı. Ayrıca, kamu kurumlarındaki işleri için Ulus’a gelip gidenler de uzaklaştı bu çevreden. Bütün bunlar sonucu, Ankara’nın sosyal yaşamında önemli yeri olan “akşamüstü turları”, Adliye-Ulus arasındaki Anafartalar Caddesi’nden, Kızılay-Sıhhiye arasına kaydı. Sadece devlet kurumlarıyla, gazete merkezleri değildi Ulus’u terk edenler; terziler, şapkacılar, meyhaneler, oteller gibi Ankara’nın ilk seyyar kitap satıcıları olan Pulcu Emin’ler ile Külüstür Turgut’lar da Anafartalar’ı bırakıp Yenişehir’e göçmüşlerdi.

Yorumlar (0)