Hukukçuların büyük bölümü bu kararı hukuksuz olarak nitelendirmekte; kararın kabulü halinde sadece parti içi kongrelerin değil, ülke çapında yapılan tüm seçimlerin meşruiyetinin tehdit altına gireceğini ifade etmektedirler.
Siyasi Partilerin Denetimi
Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri siyasi partilerin demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olduğunu belirtir. Partilerin iç işleyişine ilişkin uyuşmazlıklar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gözetimi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) denetimi altındadır. Mahkemeler, ancak belirli usulsüzlükler veya olağanüstü durumlarda sınırlı yetki kullanabilirler.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun, kongrelerin yapılmasında ilçe, il ve YSK gözetimini açıkça düzenlemiştir. Dolayısıyla bir asliye hukuk mahkemesinin, seçilmiş parti organlarının yerine kayyum ataması yetki aşımı niteliği taşımaktadır.
Türkiye’de bugüne kadar siyasi parti kongrelerinin iptali, yenilenmesi veya yönetimlerin düşürülmesi yönünde kararlar alınabilmiştir; ancak kaynaklarda siyasi parti il yönetimine doğrudan mahkeme eliyle kayyum atandığı bir örnek bulunmamaktadır. Bu yönüyle karar, sadece hukuka aykırı olmakla kalmayıp, aynı zamanda tehlikeli bir emsal teşkil etmektedir.
Demokratik Meşruiyetin Çöküşü
Eğer bu karar kabul edilirse, seçimle iş başına gelen her siyasi organ, bir mahkeme kararıyla geçersiz kılınabilir. Örneğin, cumhurbaşkanlığı seçiminde bir adayın kazanıp YSK’nın sonucu kesinleştirmesinin ardından, herhangi bir seçmenin açtığı dava sonucunda mahkemenin seçilmiş cumhurbaşkanının yerine kayyum ataması ihtimal dahilinde olacaktır. Bu, demokratik meşruiyetin tümüyle ortadan kalkması anlamına gelir.
Siyasal Vesayet ve Hukukun Araçsallaşması
Kayyum mekanizması, son yıllarda özellikle belediyeler üzerinden uygulanagelmiş bir pratikti. Yerel yönetimlerin halk iradesiyle seçilmiş organlarının yerine merkezi idarenin atadığı kayyumlar, 'güvenlik' gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. Ancak bu dönemlerde dahi siyasi partiye kayyum atanması gibi bir hukuksuzluk gündeme gelmemişti.
Hukuk düzeninde bir seçmenin oyunun değerli sayılması, ancak seçim sonuçlarının kesin ve bağlayıcı olmasıyla mümkündür. Eğer seçmen iradesi, mahkeme kararlarıyla geçersiz kılınabilirse, toplumda seçimlere katılım ve demokratik süreçlere güven ciddi şekilde sarsılır. Bu kararların iktidar tercihleri doğrultusunda alınması ise tam anlamıyla “ siyasal vesayet” anlamına gelir. İktidarlar muhalefeti kendi tercihleri doğrultusunda yönlendirme ve yönetme olanağına kavuşur ki bu ne demokratik ne de hukuk kurallarına uygun bir durumdur. Kayyum uygulamasının siyasi partilere doğru genişletilmesi, siyasal vesayetin hukuk eliyle kurumsallaşması sonucunu doğurur.
Hukukun Bittiği Yerde Direniş
Bu nedenle İstanbul CHP İl Yönetimi’ne kayyum atanması kararı, Türkiye’de sadece bir partinin iç meselesi değil, demokratik düzenin geleceğini belirleyecek kritik bir kırılma noktasıdır. Anayasal sınırlar ve yasaların açık hükümleri yok sayılarak alınan bu tür kararlar, hem hukuk devletini hem de halkın iradesini ortadan kaldırmaktadır.
Eğer bu yol açılırsa, her seçim bir mahkeme kararıyla geçersiz kılınabilir. Halkın iradesi yerine yargı organlarının ya da siyasi güç odaklarının tercihleri geçerli hale gelir. Bu durumda demokrasi fiilen askıya alınmış olur.
Bu müdahale koşulları tümüyle değiştirmiş ve siyasal örgütler üzerinde tam bir vesayet kurmanın ilk adımı olmuştur. Dün DEM gibi partilere karşı kapatma tehditiyle gündeme getirilmeye çalışılan “siyasal vesayet” bu gün CHP’ne karşı kayyum eliyle uygulanmaya çalışılmaktadır. Muhalif kesimlerin çeşitli gerekçelerle bir birine uzak durması hatta dışlaması bu vesayet tehditini daha da kuvvetlendirmekte ve iktidar bloğunun elini güçlendirmektedir.
Siyasetin vesayet altına alındığı bir ortamda barışa da demokratikleşmeye de ulaşabilmek mümkün olamaz zira hukuk ve siyaset askıya alınmış demektir. Hukukun ve demokrasinin askıya alındığı yerde yurttaşların elinde tek bir araç kalır: demokratik direniş. Çünkü 'hukukun bittiği yerde demokratik direniş haktır.'
Bu gün önümüzde kalan tek seçenek bu hakkı hep birlikte kullanmaktır.
* Ahmet Asena - Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü
Yorumlar (0)