Müneccimler, Nemrut’a dünyaya gelecek bir kişinin hem putlara, hem de kendi saltanatına son vereceğini söyler. Nemrut, tellalları vasıtasıyla, hiç kimsenin eşiyle ilişkiye girmeyeceğini, doğacak çocukların öldürüleceğini duyurur. Saltanatını korumak için, yaklaşık yüz bin masum çocuğu ilahlık davası ve taht uğruna katleder. Bu katliamdan kurtulan Hz. İbrahim’dir.
Kendisini yeryüzünün tanrısı olarak gören Nemrut, kendisine ve putlara tapmayı kabul etmeyen Hz. İbrahim’in gökyüzü tanrısı ile Bâbil kulelerinde dövüşmek ister. Çıldırmış bir şekilde gökyüzüne oklar atar. Bu esnada Nemrut’un etrafını sinekler sarar. Sineklerden biri Nemrut’a musallat olur. İnancından ödün vermeyen Hz. İbrahim, Nemrut’un ve nemrutlaşanların put kırıcısıdır ve Nemrut tarafından ateşe atılır. Hz. İbrahim’in inancından ödün vermemesi, Nemrut’a musallat olan sineğin burnundan beynine geçmesi, Nemrut’un ilahlığına ve saltanatına son verir. Kendisini ilahlık mertebesinde gören Nemrut, bir sineğin kurbanı olur.
Nemrut’un ölümünü hazırlayanlardan birisi de, olaylar ve gelişmeler karşısında, onu yanlış yönlendirerek saltanatını ve ilahlığını koruması için telkinlerde bulunan veziri, Haran’dır.
Kutsal İktidar için Kutsal Savaş!
AKP ve Erdoğan, iktidar olduklarında -2002 Balkon konuşması- Türkiye’ye adalet ve huzur getireceğini ve her kesimin temsilcisi olacaklarını söylediler. “Fırat’ın kenarında kurdun kaptığı kuzu”nun vebalini taşıyacaklarını, “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”nı koruyacaklarını söylediler. Adalet ve hakkaniyetten yana söylediklerini yapmadılar. 13 yıllık iktidarları boyunca, hakkaniyetten ve adaletten uzak uygulamalarını, İslam inancını referans göstererek ve dini sömürerek yaptılar.
Dinin hükümlerini siyasetlerine tercüme ettiler. Ayetleri, AKP’nin ve Erdoğan’ın saltanatı için “siyasetname”ye dönüştürdüler. Camilerin kutsal minberlerini siyasetlerinin kürsüsü haline getirdiler. Dini ve gerçek dindarların duygularını sömürdüler.
Bugün muktedirlerin aymazlığına hep birlikte tanıklık ediyoruz. Ağıtlar ve gözyaşları “kutsal iktidarın” bakiliği için. Ölü bir ülkeyiz. Nemrut ve nemrutlaşanların ülkesi...
Nasıl ki; Nemrut zenginlik biriktirip, mülk, servet sahibi olmuş ve kibir ile halkına yaklaşmış, ceberut ve zalimlikte sınır tanımaz olmuş ise, bugün AKP ve Erdoğan gönül İslamından kopmuş, zenginlik, mülk, servet sahibi olmuş ve kibir ile halkına yaklaşmaktadır. Nemrutlaşmışlardır.
Nasıl ki; Nemrut saltanatını korumak için; sayıları yüz bini bulan masum çocuğu ilahlık davası ve taht uğruna katletmiş ise, bugün AKP ve Erdoğan iktidarını korumak için, “kutsal iktidar”ları için kutsal savaş” başlatmış durumdalar. Memleketin her yerinden cenazelerin gelmesi ve dağda gerillaların ölmesi bundandır.
Nasıl ki; kendisini yeryüzünün tanrısı olarak gören Nemrut, kendisine ve putlara tapmayı kabul etmeyen Hz. İbrahim’in gökyüzü tanrısı ile Bâbil kulelerinde çılgınca dövüşmek istemiş ise, AKP ve Erdoğan, kibir ve güç zehirlenmesi ile kendisi gibi düşünmeyen tüm toplumsal kesimlere çılgınca savaş açmış durumdadır.
Put Kırıcı HDP!
Nasıl ki, inancından ödün vermeyen Hz. İbrahim, Nemrut’un ve nemrutlaşanların put kırıcısı olmuş ise, bugün HDP, AKP ve Erdoğan saltanatının ve bilindik siyasetin put kırıcısı olmuş, 7 Haziran seçimlerinde gücü ve kudreti baki görülen, Erdoğan ve AKP iktidarını düşürmüştür.
Bu nedenledir ki, HDP ve Kürt sorunu karşısında, Erdoğan’ın devlet aklı yerine, devlet sopasına sarıldığı görülmektedir. Nasıl ki; Nemrut, kibir ile halkına yaklaşmış, ceberut ve zalimlikte sınır tanımaz olmuş ise, AKP ve Erdoğan, Kürdü Türkten daha az insan sayan muktedir devlet geleneğine sarılmış durumdadır.
Devletleşmiş muhteris AKP, kendini siyasetin put kırıcısı HDP ’nin kurbanı olarak görüyor. Kutsal savaş ile bu aczinden kurtulmak istiyor! Bundandır ki, kutsal iktidar için kutsal savaşta ölenlerin (askerlerin) tabutuna elini koyarak, “Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına. Peygamberlikten sonra en yüce makam” diyerek, şehitliği kutsuyor. Ölümü ve ölüm acısını “şehitlik” mertebesinde mutlu kılıyor. Yaşamı değil, ölümü kutsuyor! Bundandır ki, orduyu, polisi, milliyetçileri, Ergenekon’u ölüm biriktiren bir koalisyon etrafında topladı... Bundandır ki Fırat’ın doğu yakası, memleketin Filistin’i durumunda... Topraklar kan, barut ve can kokuyor.
Şehitliği kutsayan ve peygamberlikten sonra en
yüce makam olduğunu söyleyen Erdoğan, Siirt’te
19 Ağustos’ta şehit düşen Hakan Aktürk’ün ailesiyle görüşüyor. Telefonu açan şehidin kız kardeşi, “senin Bilal’in de böyle bayrağa sarılı gelirse bizi anlarsın. Oyların azaldı diye çocuklarımızın, ağabeylerimizin bedel ödemesi mi lazım?” diyor. Buna sinirlenen Erdoğan, “ağabeyin de
bu mesleği seçmeseydi!” karşılığını veriyor. Kibir ve hırs
ile ölen askerin, şehitlik ve peygamberlikten sonra en yüce makam olma mertebesini (öğütlerini) bir kenara bırakıp, asıl niyeti, kalbi ve yüzü ile, acılı aileye höykürüyor. Acılı ailelere şifa niyetine zerk edilen peygamberlikten sonra en yüce makam mertebesine erişme temennisi “kutsal iktidar”a biat meselesine dönüşüyor! Her kim,
bu biadın dışında kendi acısını sahici yaşar ve “kutsal iktidarı” sorgular ise, ne şehitliğe ne de peygamberlik mertebesinden sonra en yüce makama layık olabilir. Yerle yeksan olması makbuldür. Bu hükmü ise ancak Saray verebilir.
AKP ve Erdoğan; Roboski’de, Soma’da, Afyon’da, Ağrı’da, Diyarbakır’da, Gever’ de, Artvin’ de, Yeşil Yol’da, Gezi’de, Silopi’de, Varto’da, insanın ve insanlığın acılarını dövmekte mahir olduklarını gösterdiler. Tüm mazlumların ocağına ölüm düşürdüler.
Gelen her asker cenazesinin ardından, oy oranlarını öğrenmek için, araştırma şirketlerini devreye soktular. Ölen asker ve polisleri “makbul” ve kutsal şehit; dağda ölen her gerillayı, makbul olmayan terörist ilan ettiler. Bu ülkeyi, makbul ölüler ve makbul olmayan ölüler diyarına çevirdiler. Ölen her asker, polis ve gerilla ile ölümleri istiflediler.
Her geçen gün, kurumuş kalbinizi daha net görüyor
bu halk. Bunu içindir ki; her cenazede “vatan sağ olsun” demiyor. Haklı olarak sizi ve yaptıklarınızı sorguluyor.
Recep Beycur’un cenaze töreninde akrabası Ömer Beycur, Erdoğan’a seslenerek; “cumhurbaşkanı gurur duysun. Kardeşi kardeşe kırdırıyor. Onun oğlu olsa böyle olur muydu?” diye soruyor.
Çavuş Haşim Dirik’in cenaze töreninde akrabası “cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekili hiçbirinin çocuğu ölmedi. Yazıklar olsun onların insanlığına. Sadece boy gösterisi yapıyorlar” diyerek isyan ediyor.
Yarbay Mehmet Alkan, asker kardeşinin tabutu başında soruyor; “Bunun katili kim, bunun sebebi kim, düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonuna kadar savaş diyor?” Gezi ruhu tabutların yanı başında dolaşıyor, adeta.
Benden Sonra Tufan...
“10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı yerine Başkan seçmiş olsaydık Türkiye bugün bu kaosu yaşamayacaktı” diyen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na, Jandarma Çavuş Bahadır Aydın’ın cenaze töreninde isyan eden akrabası, şu soruyu soruyordu; ”sayın bakan, ‘başkan seçilseydi böyle olmazdı’ dediniz. Daha kaç şehidin gelmesi gerekiyor?”
AKP ve Erdoğan günahlarını süslüyor ve acı biriktiriyor. Her daim gayrimeşru sohbetlerle insanı ve insanlığı çürütüyorlar. Öyle görünüyor ki; AKP ve Erdoğan kendi iktidarları için memleketi “musalla taşına” yatırmakta bir sakınca görmüyorlar. Erdoğan, “benden sonra tufan.” diyen, 15’inci Louis’nin ruhunu canlandırıyor adeta.
Milli iradenin kendilerini yetkilendirmeyerek, darbe, ahlaksızlık ve namussuzluk yaptığını düşünen, siyasi ve ahlaki olarak pörsümüş AKP ve Saray aklı, tabutlara yoksul gençleri dolduruyor. Kürt gençlerini öldürmekle kalmıyor, sınır boylarında çürümeye terk ediyor.
Erdoğan, cenaze törenlerinde acılarının sahici tepkisini dile getiren “şehit aileleri”nin neden “vatan sağ olsun” demediklerini, bunun nedenlerini bulmak için araştırma şirketlerine görev veriyor.
Evladını vatanı bilmiş Kürt ve Türk anasının, vatan sağ olsun demesinin mümkün olmayacağını, oğlu ölmüş bir anne ve babanın, vatanının da ölmüş olacağını anlamak istemeyen bir AKP ve Saray aklı ile karşı karşıyayız.
Barış Hemen Şimdi!
Anadolu Ajansı, Sabah, Türkiye, Güneş, Akit, Milat, Yeni Şafak, Star, Takvim, Akşam gibi gazeteler gelen tabutları ve cenazelerdeki tepkileri görmezden geldiler. Her tepkinin kendi vücudunu bulmaması için görmediler, duymadılar. Ayan olan Gezi ruhunu hissettiler. Gezi
ruhu gelen her asker tabutu ile birlikte, Saray’a dönük bir öfke ve isyan olarak kendisini gösteriyor. Havuz medya, bu ruhun ülke sathına yayılmaması için kör ve sağır oldu.
Silahların susması çağrısı yapan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: “İzmir’den çağrı yapmak istiyorum. Ölümlerin durması lazım. PKK’nin amasız olarak silahlı eylemlerini, durdurması lazım. Silahın demokrasi mücadelesi açısından mazereti yoktur. AKP’nin hataları suçları, askeri ve polisi öldürerek sorulmaz. Anneler ağlamasın, bundan kıymetli söz yoktur. Kürt, Türk, asker, gerilla, polis daha fazla ölmeden önce bunu ancaksız, amasız kurmalıyız. Sözümüz buydu önce ölümler, durdurulmalı. Yarını değil, seçime kadar değil, şu anda İzmir’den çağrı yapmak istiyorum” dedi. Ne yazık ki, bu çığlıkta Özgür Gündem’in (23 Ağustos 2015 Pazar) sayfalarında kendine yer bulamadı.
Barışı kazanmak sanıldığı gibi kolay değil. Darbe görmüş Türkçe ile savaş görmüş Kürtçe’nin barış dilini kurması kolay olmuyor.
Nasıl ki, Nemrut’un ölümünü hazırlayanlardan birisi; olaylar ve gelişmeler karşısında, Nemrut’u yanlış yönlendirerek saltanatını ve ilahlığını koruması için telkinlerde bulunan veziri Haran ise, bugün AKP ve Saray saltanatının Haranları –danışmanları– ve saltanat medyası, çürüyen ve pörsümüş bütün uygulamaları savunarak, adalet sevgisi, hak sevgisi, insan sevgisinin ölümüne seyirci kaldılar. Üç maymunu oynadılar. Hakkaniyetli davranan medyaya ise, yaşama hakkı tanımadılar. 13 yıllık bir saltanatın ölümünü hazırladılar.
Bundandır ki, 7 Haziran’da “başkanlık sistemi”ni referanduma götüren bir seçim söz konusu iken, tekrarlanacak olan seçimde AKP ve Saray saltanatının yeniden iktidar olup olamayacağı referanduma götürülecek. HDP ise siyasetin put kırıcılığına devam edecek.
Yorumlar (0)